Hayatta ya siyahsınızdır ya beyaz. Griyi seçme şansınız asla olmadı. Bir soruya yanıt verirken sizden hep kesin olmanızı, evet yada hayır demenizi beklediler. Asla belki diyemediniz. dediysenizde asla yanıt olarak kabul edilmedi.
Yapmam gereken çok basitti. Ian'a ya karşılık verecek ve yıllardır hayalini kurduğum bu muhteşem dudakların tadını çıkaracaktım yada öylece durup ona bu yaptığının yanlış olduğunu, bir daha yapmaması gerektiğini söyleyecektim. Bilinç altımda bir yatağın altından bir Alex baş gösterdi. yıllardır saklayıp onu hep o yatağına altına adeta süpürdüğüm Alex bana kaşlarını kaldırarak baktı. Ne zaman doğru olanı yaptın ki Alex?
Nasıl karşılık vereceğimi düşünürken Ian'ın dudaklarını çekmeye başlamasıyla panikledim. Henüz aramıza santimler girmemişken elimle tulumunun yakasını yakalayıp onu tekrar kendime çektim. Babam hep asi ve vahşi olduğumu söylerdi de inanmazdım. Pardon Alex az önce yaptığın tam bir... ee, şey... tam bir... fahişe diye tısladı yatağın altından çıkan Alex. Başımla selamladım onu, haklıydı. Az önce yaptığım tam bir fahişeye yakışır türdendi. Kenarlarda bir yerlerde uyuyan utanma duygumun üzerine bir battaniye örttüm ve uyanmasın diye ninni söyledim.
Sert bir şekilde kendime çektiğim Ian tekrar beni öpmeye başlarken karşılık veriyordum. Beceriksizce demeyi isterdim. Ama ilk defa öpüşmeme rağmen gayet yetenekliydim. Sanki. Belimde olan eli beni iyice kendine yapıştırdı. Her yerimde onu hissetmenin verdiği etkiyle afalladım. Ve korktum. Evet korktum çünkü onu istiyordum. Ben mi vücudum mu bilemiyordum ama her hücrem daha fazlası için yalvarıyordu. İki yanımda amaçsızca duran ellerim harekete geçti ve ne yapacağını biliyor gibi Ian'ın kaslı kollarından başlayarak kendine yol çizdi. Ellerim yumaşak saçlarına değer değmez saçlarını tutup çektim. O sırada Ian'ın belimde duran elleri etime gömüldü. O da istiyordu. Nefes alamıyordum ama derdim değildi. Sanki şimdi geri çekilirsem bir daha ona dokunamayacakmışım gibi hissediyordum.
Kendini ilk çeken Ian oldu. Alnını alnıma yasladı. Nefes nefeseydik. Duyduğum tek şey kalbimin atışı ve onun sık nefesleriydi. Konuşmaya korkuyordum. Hem, ne diyebilirdim ki? O kızı öptüğün gibi beni öptüğün için teşekkürler. Ah, gurur yapıp onu öptüğün dudaklarla beni öpme diye bağırmamı bekliyordun değil mi? Yüzsüzlük kupamı bugün mü verirsin yarın mı? Gayet başarılı bir konuşma olurdu. Ama yinede sustum. Ve bekledim. Sessizlik ilk defa bu kadar gürültülü geldi. Öyle ki, ellerim saçlarında olmasa kulaklarımı kapatırdım.
" Konuş artık, Alex." Adımı söylediği o ses tonunu bir daha duymak istedim. Bir daha öyle söylesin diye ona yalvarmak istedim. Bana hiç böyle - bu ses tonuyla - Alex dememişti. Ya bir çocuğu azarlar gibi söylemişti ya da küçük kardeşini seslenir gibi söylemişti. Hiç sanki şey gibi... seviyormuş gibi... kaçırmaktan, korkutmaktan korkuyormuş gibi söylememişti. Sadece susup ona baktığımı farkettim. Kendimi konuşmak zorunda hissettim.
" Ne dememi istiyorsun? Bunu, kendini bana borçlu hissettiğin için yaptın, biliyorum. üzgünüm. sana karşı duygularımı belli etmemeliydim. Belki duygu bile değildir. Bilmiyorum Ian belki de-" sözümü kesip beni tekrar öptüğü için ona sağlam bir tekme atabilirdim. Şöyle hafif kasıklara nişanlanmış bir tekme. Ama yapmadım. Yaptığım tek şey tekrar ona karşılık vermek oldu. Kendini hemen geri çektiğinde kaşlarımı çatıp ona baktım. işte şimdi tekmeyi haketmişti.
" Böyle sanki değersizmişsin gibi konuşma bir daha." dedi sertçe.
" Doğruları konuşmak için senden izin almayacağım."
" Doğruları söylediğini mi zannediyorsun? Düşündüklerin doğru mu zannediyorsun? Hiç bir sikim bildiğin yok senin!" diye adeta kükrediğinde sırtımın dayalı olduğu aynaya iyice sindim. Hey, buranın dengesizi benim sana ne oluyor diyemedim ve sadece sindim.
Ellerini belimden çekip başını ellerinin arasına aldı ve saçlarını dağıttı. Şişmiş dudağına dikkat ettiğimde az daha zaferle gülümsüyordum. Az daha... Ellerinin ardından belimde oluşan boşluğu yok sayıp ona döndüm.
" Anlat o zaman." Sesim gayet sakin ve muhtaç çıkmıştı. Gerçekten bana bilmediğimin ne olduğunu söylesin istiyordum.
" Anlatamam." söylediği bu şeyle deliye dönmüş olmam benden beklenen tepkiydi.
" Ne demek anlatamam?"
" Ben sadece-"
" Sen sadece bencil piçin tekisin. Kendimi kötü hissedip iki ağladım diye beni öpüyorsun - masum olmadığını belirtmek isterim- değersiz olduğumu hissedince de bana bağırıyorsun. Anlatamayacağım şeyler var diyorsun. Gerçekten Ian, siktirip gitmeye ne dersin?"
" Benim yanımda küfür etme dememiş miydim?" onca söylediğim şeyden takıldığı tek şey bu muydu yani? Ellerimi saçlarımın arasından geçirdim sıkıntıyla ofladım.
" Kapıyı açar mısın çıkmak istiyorum." ona bakmadan kapının önüne gittim ve açmasını bekledim. Arkamdan gelmediğini görünce tekrar ona döndüm. Yere oturmuş başını yana eğmiş bana bakıyordu. Hayır, tatlı değilsin Ian. Sexy hiç değilsin. Gururlu bir kız gibi çıkıp gitmeye çalışıyorum ne bozuyorsun be adam?
" Şaka mı bu?" derken şaşkınlığım sesime yansımıştı.
" Ben şaka yapmam." Gözlerimi devirdim. Daha bir hafta önce Arena'dayken espri yapmıştı ve takımı pes etmişti.
" Şey belki yaparım. Ama şuan ciddiyim. Ben izin verene kadar çıkamazsın." sinir bozucu bir şekilde sırıtırken dik dik ona baktım. Stratejide çok iyi olduğum için onu yenebiliyordum ama burdan çıkmamı istemiyorsa üzerimde güç kullanacağından emindim. Biraz bekleyip strateji kurmak için zaman kazanmaya çalıştım.
Ondan uzak bir köşeye oturup ayaklarımı uzattım ve bakışlarımı postallarıma diktim. Bana baktığını biliyordum. Göz ucuyla ona baktığımda konuşmaya başladı.
" İstediğin planı kur Alex. Kanmayacağım." planımın suya düşüşünü izlerken arkasından el de salladım. Gözlerimi tekrar ona diktim.
" Lanet olsun, neden beni tanımayan birine aşık olmadım ki?" diye homurdandım. Sözcükler havada süzülerken aramızda bir hava boşluğu olsun da ses ona ulaşmasın istedim. Merkez üstümüze yıkılsın ve hafızamızı kaybedelim istedim. Belki birazda boşverip onu öpmek istedim. Her zaman ki gibi isteklerimi hepsi bana geri döndü ve üzerine oturduğum narin - ve en sevdiğim - organımda patladı.
" Ne dedin?"
" Kim? Ben? Deliriyor musun, Ian? Kutsal Jambonlar çarpsın ki ağzımı açmadım." İnkar en sevdiğim ve en kullandığım yol olunca Ian'ın bunu yemesi mucize olurdu ki mucizelerin bana götüyle güldüğünü söylememe gerek yok sanırım. Ah, pardon poposuyla.
" Söyledin. Duydum."
" Söyledim. Duydun."
" Bir daha söylesene?" Karşımda 5 yaşında Ian vardı sanki. öyle masum bakıyordu ki başımı çevirdim. Söyleyemezdim. Ondan herhangi bir şey duymadan kendimi daha fazla rezil edip küçük düşüremezdim.
" Söyleyemem."
" Biliyorum." Başını önüne eğdi ve cebinden bir anahtar çıkardı. Kapının anahtarı olduğunu kavradığımda onu bana attı. Anahtarı havada yakaladım ve ne olur ne olmaz fikrini değiştirir diye hemen kapıya atıldım. kapıyı açıp dışarıda biri var mı diye kontrol ettikten sonra ona döndüm. Hala oturuyordu.
" Gelmiyor musun?" Diye sordum.
" Ben biraz daha oturacağım." bir şey söylemek için ağzımı açtım ama sesimi bulupta bir şey söyleyemedim. belkide söyleyecek bir şey bulamadım. Bilemiyorum. Son kez ona baktım ve görmeyeceğini bilsemde başımı yukarı aşağı hareket ettirip ordan çıktım. Daniel'ı bulup ona takıma alıştırma yaptırmasını, biraz rahatsız olduğumu ve şimdi gidip yemek yiyebileceklerini söyledikten sonra koğuşuma çıktım. Alexanderla karşılaşırım diye korkuyordum ama hayat filmlerdeki gibi değildi. Koğuşuma geçip kendimi kıyafetlerimle yatağa bıraktım. Biraz ağladım, biraz küfrettim ve yemeğe inmeyerek kendimi şu hayatta kendimden sonra en sevdiğim şeyden - yemekten- mahrum bırakarak bugün yaptığım onca saçmalığın cezasını verdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAVAŞ-MA
Science FictionŞarjını kendimizin doldurduğu aletlerin kölesi olmuşken, onlardan olmak kaçınılmazdı. Robotlar dünyayı değil insanlığı ele geçirdi. Bir genç kız gerçekle sahte arasında kaldı. Bir adam kardeşiyle sevdiği kız arasında sıkıştı. Hepsi özgürlük için s...