" Günaydın." Dedikten sonra benim için hazırlanmış olduğuna inanmak istediğim masaya göz gezdirdim. Merkez'de bu kadar çeşidi bir arada görmem mümkün değildi. Masada adını bilmediğim bir çok şey vardı.
Yan yana ocakta bir şeyler yapan iki kardeş sesimi duyunca aynı anda bana baktı. Ama bana gülümseyen ve " Günaydın." Diyen bu kardeşlerden en sevdiğim olandı. Alexander'ın yanına gidip beline sarıldığımda gülümsemesi genişledi. Onun genişleyen gülümsemesi Aaron'un dudaklarının daha da büzülmesine sebep oluyordu sanki. Bizi böyle görmekten nefret ediyor gibiydi. Onu umursamadan sarılmaya devam ettim.
" Ne yapıyorsun?" Dedim Alexander'a küçük tahta bir kaşıkla bir şeyi ters çevirdiğinde.
" Krep yapıyorum."
" Krep yapıyoruz." Diye düzeltti Aaron. Son heceye vurgu yapmıştı.
Ağabeyini kıskanan küçük kardeşten farksızdı. Başımı anladığımı belirtir şekilde salladım ve masada yerimi aldım. Bir an önce bir şeyler yemeliydim yoksa midem savaş borusu şeklinde guruldamak suretiyle beni rezil edecekti. Yeterince rezillik çıkarıyordum zaten. Kendimi itinayla rezil ediyordum.
" Orada öylece oturacak mısın?" Diyen Aaron'a kaşlarımı kaldırarak baktım.
" Evet."
" Kalk, yardım et." Diyince istemeden çok büyük bir kahkaha attım. Benden ona yardım etmemi istiyordu. Benden.
" Gerçekten buradan kıçımı kaldırıp sırf sen istedin diye sana yardım edeceğimi falan mı sanıyorsun?" Dedim inamamayarak. Oda beni taklit etmek üzere ağzını büzdü.
" Evet."
" Kafasını kesip sen mi çöpe atarsın yoksa ben illa ellerimi kana bulayayım mı?" Diye sordum Alexander'a ithafen. Bu çocuk beni günün her saati sinir etmeyi başarıyordu. Bütün hücrelerim ona bir şey yapmam için beni zorluyordu. Ona zarar vermek istiyordum. Nedense içimde canını yakmam için büyük bir istek vardı.
" Büyük bir zevkle," gözlerimi delmeye çalıştığım Aaron'un sırtından çekip Alexander'a doğru baktım. " Ama önce düzgün bir şeyler yiyelim. Sonra icabına bakacağım zaten."
" Hemen 1 metre yanındayım sevgili ağabeyciğim. Hatırlatırım."
" Kokundan belli oluyor zaten." Alexander'ın sözü üstüne güldüm. Bu sefer insan gibi.
Nihayet yapılan o muhteşem yemekler masaya geldiğinde midemden gelen garip sesler gittikçe artarak beni yine- yine - rezil etti. Başımı tavana kaldırıp duymamış olmaları için dua ettim. Bir kereliğine yanımda olsan ne olurdu, tanrım? Tabi ki şans bana yine gülmedi ve bu Aaron'un yüzüme kahkaha atmasıyla sonuçlandı.
" Birileri fena acıkmış." Ona gözlerimi devirdim.
" İnsanız sonuçta. Bu fizyolojik bir ihtiyaç." Dedim elimdeki çatallı küçük bir domatese sertçe sapladığımda. Domatesten fışkıran su Aaron'un beyaz tişörtüne sıçradı. Şirince baktım.
" Afedersin." Bana sinirle baktı. Elindeki çatalı bana saplamak istiyor gibi gözleri tişörtü ve benim aramda gidip geliyordu.
Dudaklarını birbirine bastırdı ve elinde kreplerle yanımdaki sandalyeye oturan Alexander'a baktı.
Alexander, tabaktaki kreplerden bir tanesini içine reçel olduğunu anlayabildiğim kırmızı tatlı sıvıdan döküp rulo haline getirdikten sonra önümdeki tabağa bıraktı. Gülümsedim ve karşılığında muhteşem bir gülümseme daha aldım. Rulodan bir parça kesip ağzıma attığımda aldığım enfes tatla az kalsın masanın üzerine çıkıp dans ediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAVAŞ-MA
Bilim KurguŞarjını kendimizin doldurduğu aletlerin kölesi olmuşken, onlardan olmak kaçınılmazdı. Robotlar dünyayı değil insanlığı ele geçirdi. Bir genç kız gerçekle sahte arasında kaldı. Bir adam kardeşiyle sevdiği kız arasında sıkıştı. Hepsi özgürlük için s...