Rüyamda Ian'la olan o muhteşem anı tekrar yaşarken kapıyı kırmaya çalışan mahluka küfrederek gözlerimi açtığımda saat 4 e geliyordu. Gözlerimi tavana dikip defolmasını bekledim. Kapı ısrarla kırılmaya devam etti. Yataktan kalkıp kapıya yürüdüm. Önemli olmalıydı aksi takdirde beni bu şekilde uyandırmaya cesaret edemezlerdi.
Koğuşun kapısının kilidini çevirdikten sonra kapıyı açtım. Karşımda çaylaklardan birini bekliyordum. O nedenle Alexander'ı görünce ister istemez dudaklarım aralandı. Tabi kapıya tekrar vurmak üzere kaldırmış olduğu kolunun yüzüme yaklaşmasıyla da aralanmış olabilir. Son anda beni fark edip elini indirmesiyle ağzımı açıp konuşabildim.
" Kapı kırmak için ne güzel bir gün." Dedim yalandan bir sırıtmayla.
" öpüşmek için ne güzel bir gün." Diye cevap verdiğinde zaten zorla yukarı kıvrılmış dudaklarım yerçekimine yenik düştü.
" Anlamadım?" Ian'la benden bahsetmiyordu herhalde. Bizi görmesine imkan yoktu. Kameraların bile olmadığı odada kilitli ve başbaşaydık.
" Baban seni çağırıyor, Alex. Kıçını kaldırsan iyi olur."
" Bir bayanla konuşma şeklin gözlerimi yaşartıyor, lanet olsun." Bu sözümden sonra bana küçümseyici bir bakış attı. Ve bu bakış anlam veremediğim biçimde içimi yaktı. Kalbime oturup üstünde tepinen file sinir bozucu bir gülümseme gönderip, acımadı ki.. diye dil çıkardım.
" Kendini bayandan mı sayıyorsun?" Ona gözlerimi devirdim. Bunu bekliyordum.
" Neden hepiniz aynı şeyi söylüyorsunuz ki? Anladık."
" Sabaha kadar seni bekleyemem, yakışıklı." Dedikten sonra sinir bozucu bir şekilde sırıtma sırası sanırım ondaydı. Sorun şu ki bu hareketine sinir olmamış aksine aynı şekilde karşılık vermiştim.
" Sende olmayan sıfatları bana yakıştırman çok hoş."
" Eskiden bu kadar konuşmazdın sen." Dediği şeyin farkına vardıktan sonra kaşlarını çattı ve beni koridora çekti.
" Eskiden derken?"
" Bir kaç saat önce yani." Anladığımı belirtir şekilde başımı salladım ve koridorda babamın ofisine doğru yürümeye başladım. Bir kaç gündür günüm orda geçiyordu zaten.
Koridorlar bomboştu. Henüz kalk saati gelmediği için herkes dinleniyor olmalıydı. Babam dışında. Babamın ofisine giderken ayak seslerimizden başka ses duymuyorduk. Sahi postallarımı giymemiştim ki ben. Durup çıplak ayaklarıma baktım.
" Cidden, beni böyle dışarı çekelediğine inanmıyorum. Ayaklarım çıplak be."
" Gevezelik yapacağına ayakkabını giyseydin o zaman."
" Ya sen hangi hayvan populasyonuna aitsin. Sizin türünüzü bilmiyoruz biz."
" Bileklerimi kesmeme sebep olacaksın. Biraz sussana sen."
" Bana ne yapacağımı söyleme." Diye tısladım. Şu yerde her erkekle bu tarz kavgalara girmek zorunda kalıyordum.
" Peki. Biraz susar mısın, yakışıklı?" İnleyip elimi saçlarıma geçirdim. Beni deli ediyordu. Ian bile becerememişken başarısı takdir edilesiydi.
" İnleyebiliyormuşta." Diyip kahkaha attığında, kızsam mı, kahkahasını izlesem mi, kızarsam mı bilemedim ve omzuna yumruk attım. Yüzünü buruşturup omzunu tuttuğunda kahkaha atan bendim. Onu arkada bırakıp- çıplak ayaklarımla- yürümeye devam ettim. uzun adımlarıyla bana yetiştiğinde ofisin önüne gelmiştik. kapıya iki kez tıklayıp içeri girdim. Ve içeride bütün Kaptanların çoktan yer aldığını gördüm. Hepsi kıyafetlerini giymiş kollarını önlerinde bağlamış babama bakıyorlardı. İçeriye girdiğimde bakışları önce bana sonrada çıplak ayaklarıma kaydı. Hepsi gülmemek için kendilerini sıkarken babama doğru yürüdüm ve Ian'ın yanındaki yerimi aldım. Yüzüne bakmadan bakışlarımı ayaklarıma diktim ve babamı dinledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAVAŞ-MA
Science FictionŞarjını kendimizin doldurduğu aletlerin kölesi olmuşken, onlardan olmak kaçınılmazdı. Robotlar dünyayı değil insanlığı ele geçirdi. Bir genç kız gerçekle sahte arasında kaldı. Bir adam kardeşiyle sevdiği kız arasında sıkıştı. Hepsi özgürlük için s...