Elimde yenmeyi bekleyen konserveye hüzünle baktım. Bir kaç gündür yediğim yetmişti. Yemekhanede burun kıvırdığım tuzsuz makarnayı istiyordum.
" Çocuğu elinden alınmış uyuştucu bağımlısı psikopat anneler gibi bakma şu yemeğe." Diye tısladı Steve. Aynı hüzünle ona baktım, " Sen ne anlarsın?"
" Günlerdir ben de yemek yemiyorum, güzelim. Bilmem farkında mısın?" Ona iğrenerek baktım.
" Bana güzelim deme."
" Haklısın, bu kadar büyük yalan söylersem lanetlenebilirim." Dedi sırıtarak. Her ne kadar ona kafa atmak istesemde nasıl olsa ondan kurtuluyordum. Bir kaç saat sonra adını bile unutup yeni bir hayata başlayacaktım.
Nereye gittiklerini ve yönlerini bulamasınlar diye Alexander bizi ormanın içinde dolandırmıştı ve akşam olmuştu. Kesinlikle neler olduğunu anlayacak durumda değillerdi. Öyle ki olduğumuz yerde 3 tur atmamıza rağmen bunu farketmemişlerdi.
Yapacağımız şeyin doğru yada yanlış olmasıyla ilgilenmiyordum. O yüzden de düşünmüyordum. Eğer düşünürsem vicdan denen rahatsız edici o varlık beni kemirir, yaptığım şeyden vazgeçmemi sağlardı. Vazgeçemezdim. Beni yalanlara mahkum edip çirkinde olsa kendi gerçekleriyle yaşayan bu insanlardan kurtulmalıydım. Kendi gerçeğimi görmem gerekiyordu.
Diğerlerinin bakışları altında Alexander bizim için yalnızca bir çadır kurdu. Bunu sorgulamak yada laf sokmak için kıpırdansalarda bendeki huzursuzluğu hissetmişlerdi. Bu yüzden tek kelime edilmemiş ve herkes kendi çadırına doğru yol almıştı. Bense, hala elimde yarısı yenmiş konserve kutusuyla öylece oturuyordum.
" Ye şunu." Diyen Alexander'a baktım. Sonra da elimdeki konserveye. Sonra tekrar Alexander'a baktım. Ve aldığım cevap en güzelinden bir göz devirme oldu.
" İçim almıyor."
" Bunu bulamayanlarda var biliyor musun? Sızlanmayı bırak da bitir şunu. Hem, " sesini alçaltarak devam etti. " Yolda hızlı olmalıyız, Alex. Onlar haber veremeden uzaklaşmış olmalıyız."
" Cümleye bir anne edasıyla başlamana mı düşünceli olmana mı şok olsam bilemedim. O yüzden yemeğe benzer şu şeyi yemeyi tercih ediyorum." Dedikten sonra bir kaç lokmada konserveyi bitirip kutusunu bir kenara salladım. Alexander'ın onaylamaz bakışlarına muzipçe cevap verdim.
" Hadi, ben çadırıma gidiyorum. İyi geceler sana." Dedikten sonra hızla çadıra doğru yürüdüm. Amacım kendimi çadıra atıp Alexander'ı dışarıda bırakmaktı. Olmadı. Kolumdan tutulmamla beraber hızımında etkisiyle sert bir göğüse çarptım. Oldukça sert olana üstelik.
"Yavaş be." dedim başımı kaldırıp gözlerine bakmaya cesaret edemezken.
" Çadırıma gidiyorum dedin de, düzeltmek istedim. Orası yalnızca senin çadırın değil."
" Diyorsun?" gözlerimi gözlerine diktim ve koyulaşmış mavi-yeşil gözlerine baktım.
" Yine benimle yatmak zorundasın, üzgünüm." dedi sırıtarak.
" Neyse bir geceliğine katlanacağım." küçük bir kahkaha attı ve bana kendinden emin bir gülüş gönderdi. Aynı şekilde gülümseyerek ona bakarken yüzünün güzelliği karşısında dehşete düştüm. Yine.
Bir renk daha koyulaşan gözlerine ulaşmak istercesine ona uzandım. Gülen gözleri anında soluverdi ve hiç bilmediğim bir Alexander kendini ileri attı. İleri atılan Alexander ona uzanmış olan bedenime çarptı ve çadıra yürüdü. Sessizce arkasından gidip açık bıraktığı muşambadan kapıdan içeri geçtim. Bir yandan sormak istiyordum ama bir yandan da gururum bunu kesinlikle reddediyordu. Onu yeterince yoksaydığımı söyleyip bir hamle yapmamam için haykırıyordu. gurumu dinledim. Belkide ilk kez onu haklı buldum. İncinmiştim. Değer verdiğim herkes beni kendinden uzağa itiyordu. Uzaktan sevip sevilmenin tadını yaşayamamaktan yorulmuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAVAŞ-MA
Science FictionŞarjını kendimizin doldurduğu aletlerin kölesi olmuşken, onlardan olmak kaçınılmazdı. Robotlar dünyayı değil insanlığı ele geçirdi. Bir genç kız gerçekle sahte arasında kaldı. Bir adam kardeşiyle sevdiği kız arasında sıkıştı. Hepsi özgürlük için s...