Önüne çıkan herkese ateş etmeye başlamıştı. Gözlerini intikam ateşi bir kez daha bürürken kimseye acımayacaktı. Orada olan hiç kimse masum değildi. Kendiside dahil!
Hiçbirinin de merhamet dilenecek yüzü yoktu.Bilmediği koridorlarda dolanırken sadece işini yapıyordu. Karşısına geçip ona silah doğrultan her ajanı tek bir mermiyle dünyadan yok ediyordu. Acele ediyordu çünkü oradan çıkmadan önce yapması gereken iki iş vardı.
Birincisi, Jun'un yanındaki ajanı bulmak ve belinde halâ izi bulunan yaranın hesabını sormaktı.
Onu tanımıştı, havaalanında Hoseok'a zarar vermeye çalışan adamdı o. Bunun hesabını da en güzel şekilde soracaktı.İkinci hedefi ise bütün evrakları yok etmekti. Özellikle de Bangtanın dosyalarını alması gerekiyordu.
Koridorlar arasında kendi çapında temizlik yaparak ilerlerken büyük bir kapının önüne geldiğinde durdu. Yerdeki kan birikintileri ayakkabılarına bulanmış, yürüdükçe arkasında iz bırakıyordu. Kan kokusu duvarlara sinmeye başlarken kapının açılmasıyla içerideki ajanı görmesi bir oldu.
Yüzünde sinsi bir gülüş oluşurken çıkmasına izin vermeden üzerine atlayarak onu içeriye itip peşinden girdi. Elindeki çanta uzağa fırlamıştı bu sayede. Kapı ikisinin ardından kapanırken Jin tehditkâr bir şekilde karşısındaki adamın hareketlerini izledi.
"Acelen var gibi?"
Ajan sinirini saklamadan "Sen ne yaptığını zannediyorsun? A.C.E gibi köklü bir şirkete bunu nasıl yaparsın?" diye bağırırken savunma pozisyonu almıştı.
"Nasıl anladınız?" diye sordu bir süredir aklını kurcalayan soruyu dile getirerek.
Karşısındaki adam keyifle sırıtırken keyifle anlatmaya başlamıştı. Dybbuk'u tuzaklarına çekmiş olmak onlar için gurur kaynağı olmuştu.
"İlk önce Donghun dövmelerini gördükten sonra senden şüphelendi. Sehyoon gibi aptalca davranıp gizlemedi seni. Sehyoon'un peşinde olduğundan bahsetti. Seni araştırmak istedi.
Dybbuk olduğunu bilmesek de varlığından, neye benzediğinden haberdardık. Sonunda Chan'ın karşısına çıktığında ise yönlendirmek oldukça kolay oldu. Chan'ı evinize davet etmenizi bekliyorduk sadece. Nihayet o gün geldiğinde de özel telefonu görmenize izin vererek bana mesaj attı. Seni heyecanla beklerken aptallığına da çok güldük"
"Peki ardımdan gülenlerin kaçı hayatta? Alt kattaki ajanın yaşamasına izin vereceğimi zannetmiyordun değil mi?"
Jin, elindeki silahı masanın üzerine fırlatırken içindeki öfkenin kendisini ele geçirmesine izin vermişti. Sinirli bir bağrışla üzerine gelen adama karşılık vermekte gecikmedi.
Dybbuk karşısındaki adamın ruhunu ele geçirirken ölen insanlar hayatta kalıp bu anı görmediği için şanslıydı. Çığlıklar şirketi ele geçirirken o ajanın kolay ölmesine izin vermedi.
Nihayet kendisinden başka nefes alan kimse kalmadığına emin olduğunda ise bağdaş kurarak oturdu yere. Gözlerini kapatarak vücudunu ele geçiren vahşetin yavaş yavaş geriye çekilmesini hissetti. Derin derin nefes alıp veriyordu.
İçi bomboş kalırken ihtiyaç duyduğu şeyi biliyordu. Yanıyordu sevgilisine kavuşmak için ama varamıyordu bir türlü yanına.
Yaşadığı hayattan ilk kez pişman oluşu değildi elbette ama ilk kez bunun sonuçlarını daha iyi görüyordu.
Kendisine bir şey olsaydı Hoseok nasıl toparlanacaktı? Ayağa nasıl kalkacak, yeniden nasıl gülecekti? Bunu ona yapmaya hakkı olmadığını bildiği halde vazgeçemiyordu. Bulunduğu kaosun ortasında bile tek düşündüğü oyken nasıl giderdi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAVE ME! #2Seok
Fanfiction#2SEOK #Yoonkook #Nammin Bir suçlu, sürekli kameralar önünde olan bir idole aşık olsaydı bunun adı ne olurdu? Evet. Doğru kelime tam olarak buydu. İmkansız!