Öğle arası olmuştu ve başım biraz ağrıyordu. Kendime bir kahve almak için kantine indim.
Uyandığımda sınıfta kimse yoktu. Buna alışmıştım. Kahve alarak boş masalardan birine geçtim. Yanımda getirdiğim defterimi önüme açtım.
Tam karşımdaydı. Masalardan birine oturmuş ve kahvesini içtiği yerde kitabını okuyordu.
Ne okuyordu böyle acaba?
Daha fazla düşünmeden defterime onu çizmeye başlamıştım. Her ona baktığımda kalbimin hızı artıyordu.
Yüzümdeki büyük gülümseme ile resmi bitirip defteri kapattım ve yarım kalan kahvemi içerek onu izlemeye başladım. Cebimden telefonumu çıkardım ve önce etrafıma daha sonra arkama bakarak önüme döndüm. Sanki telefonumla ilgileniyormuş gibi yaparak gizlice bir iki resmini çektim. Ama kadraja giren kişiyle telefonumu indirerek San'ın karşısına oturan Misoo'ya baktım.
Misoo onu reddeden biriyle normalde konuşmazdı. Zaten bu zamana kadar çok az kişi onu reddetmişti. Ama şu an San ile tekrar konuşmaya geldiyse bu ondan vazgeçmeyecek demektir. Sıkıntıyla nefes vererek kolumu masaya koydum ve onlara bakacak şekilde kafamı kolumun üzerine koydum. Misoo gülerek bişiler anlatırken San yüzüne bile bakmadan kitabını okumaya devam ediyordu. Bir iki dakika sonra San yine dayanamamış olmalı ki yerinden kalkıp çıkışa yöneldi. Bende hızla yerimden kalkarak defterimle onu takip ettim. Yine aynı banka geldi ve oturarak kitabını okumaya devam etti. Telefonumdan bir iki resmini çektikten sonra köşeden onu izlemeye devam ettim. Ta ki zil çalana kadar.
Bütün günüm böyleydi. Teneffüsler de sessizce bankta kitap okumasını izleyerek geçmişti. Hemde çıkış zamanı gelene kadar.
çıkışta ise sadece arkasından melül melül baktım ve bende arkamı dönerek ilerlemeye başladım.
Oldukça yavaş ve uyuşuk hareketlerle eve doğru ilerliyordum. Hep böyleydim. Sessiz, sakin ve uyuşuk. Dışarıdan beni görenler depresyonda olduğumu düşünürdü ama benim hayatım hep böyleydi ve böyle olmaya da devam edecekti.
Kaldığım daireye varır varmaz çantamı bir kenara bıraktım. Bugün yorgun olduğum için eve gelerek duş almak istemiştim. Her ne kadar yorulacağımı bilsem de umursamadan duşumu aldım. Çıktıktan sonra üzerime siyah pantolon ve beyaz bir tişört geçirerek telefonumu ve anahtarımı da alarak son anda kapıdan çıkarken kafama askıda duran şapkayı taktım ve çıktım.
Yürüyerek geldiğim küçük restoranın arka kapısından girerek mutfak kısmına geçtim. Yemek yemediğim için kenarda masalardan arta kalan tabakların konulduğu masadan bir iki arta kalan yemeği ağzıma attım. Şef Jung'un elime vurması ile yağlı parmağımı yalayarak ona güldüm.
"Şu artıkları yeme. Ben sana birazdan güzel bir şeyler hazırlarım."
Onun bu büyük bedenine göre fazlasıyla minnoş ve naif kalbi çok hoşuma gidiyordu. Arkadan He Joon'un sesini duymamla Şef Jung'un yanaklarını sıktım ve o daha elini kaldırmadan mutfaktan kaçtım. Elindeki kaşığı sallayarak ardımdan böbürlendiğine emindim.
Teslimat yapanların toplandığı odaya girdim. Askılıkta olan ve sol tarafında restoranın ismi yazan siyah ceketi giyerek He Joon'a döndüm. Elime anahtar ve birçok poşet verdi.
"Bugün yoğun olacağız. Elinden geldiğince çabuk olursan o kadar erken çıkarsın."
Kafamı sallayarak arka kapıdan tekrar dışarı çıktım. Bisikletlerin olduğu yere gelerek elimdeki anahtar hangi bisikletin kilidine olduğuna bakarak bisikleti açtım ve ön sepetine poşetleri koydum. Anahtar ve bisiklet zinciri aynı renkte oluduğu için bulmak kolay oluyordu. Bu işin sevdiğim tek yanı insanlarla fazla iletişim halinde olmak zorunda değildim. Zamanım çoğunlukla yolda geçiyordu. Ama sevmediğim yanı ise eve sipariş isteyen kişiler pek normal insanlar değildi. Kimisi sarhoştu, kimisi depresyondaydı, kimisi yorgun olduğu için ruh gibi olurdu, kimisi de serseri ve ya gangster. Bu zamana kadar çok farklı insanlarla karşılaşmıştım. Bazen bir iki sarhoş ve gangsterden şiddet görmüştüm ama yakayı kurtarmıştım. Kimi insanın bağırtısını dinlemiştim. Ama umurumda değildi. Bu işi neredeyse bir seneye yakın yapıyordum.
Adreslere teker teker bakarak önce en yakın adrese sürmeye başladım. En son kulaklığımı kırmıştım. Yoksa şu an slow bir müzik açabilirdim. Umursamayıp yoluma devam ettim ve ilk adrese geldim. Kapıyı açan yorgun kadın elime parayı verip poşeti de alarak hızla kapıyı suratıma kapattı. Şaşkınlıkla bakakalmıştım ama toparlanıp yoluma devam ettim. Bir sonraki adres bi sokak ilerideydi. Bu sefer de benim yaşlarımda biriydi. Ama çökmüş bir durumda görünüyordu. Uyuşuk hareketlerle elimden poşeti aldı ve parayı verdi. Kapıyı yavaş yavaş kapatırken arkamı döndüm ve bir sonraki adrese sürdüm.
Yorgun bir şekilde kendimi koltuğa bırakırken önümden geçen He Joon'a baktım. Beni fark edince yanıma gelerek omuzuma vurdu ve gülümsedi.
"Bugün için teslimat şimdilik bitti. Bundan sonrasını diğer tam zamanlı elemanlar yapar. Şimdi eve gidebilirsin."
Kafamı sallayarak ayağı kalktım ve üzerimdeki ceketi çıkararak askıya astım. Normalde gece çıktığım restorandan bugün 2 saat erken çıkmıştım. Yavaş ve uyuşuk adımlarla eve ilerlemeye başladım.
Sokaklar normal göre ne çok dolu ne çok boştu. İnsanlar oldukları hayatlarına devam ediyorlardı. Hepsi bir amaç uğruna çabalıyordu.
Ya ben?
Ben ne için çabalıyordum?
Okula gidip gelmek ve ev ihtiyaçlarını karşılamak için çalışıyordum. Ama okula neden gidiyordum. Bu sene üniversite sınavına girecektim. Peki ben hangi bölümü okumak istiyordum?
Bilmiyorum. Tek düşüncem iyi bir puan alıp gelen en iyi bölümü seçerek bir meslek edinmekti. Peki seçtiğim mesleği ne için yapacaktım?
Hayatta kalmak için mi?
Yanımda keşke bunu olsan diyen bir annem yoktu ve o olmadığı için sevdiğim bir şeyde yoktu.
Ama sanırım artık vardı.
Evet, sevdiğim bir şey vardı!
Telefonumu açarak bugün çektiğim resimlere baktım. Gerçekten etkileyici biriyken sessiz ve sakin olması beni ona bağlamıştı daha çok. Benim gibi biriydi sanırım.
Gözlerimle anlaşmayı severdim. Ama genelde beni anlayan olmazdı. Acaba onunla anlaşabilir miydim? Onunla konuşmaya cesaret edebilir miydim? Sanırım sorumun cevabı hayırdı.
Şuanlık.
Anahtarımla kapıyı açarak içeri girdim ve üstümü bile değiştirmeye üşendiğim için kendimi direkt köşedeki yatağıma bıraktım. Böylece uyumayı düşünüyordum. Ama aklıma gelenle hızla kalktım. Çantamı aldım ve içinden bugün onun resimlerini çizdiğim defterimi çıkardım. Bunu yanımda yaşımak tehlikeli olurdu. Okuldaki zorbalık olayları fazlaydı ve ben buna çok yatkın biriydim. Dikkat etmem gerekirdi. Bizim sınıfta da zorbanın biri vardı çünkü.
Kağıdı çekip kopardım ve yatağımın yanındaki duvara güzel bir şekilde yapıştırdım. Farklı açılardan çizdiğim resimlerinide kopararak duvara yapıştırdım. Evime kimse girmezdi. Bunun için rahattım. Ama çantamda kalması sorun yaratabilirdi.
İşim bitince çantamı yine kenara bıraktım ve arkamı dönerek kafamdaki şapkayı tuttuğum gibi bir kenara fırlatarak yatağa uzandım. Şimdi uyuyabilirdim. Yarın da erken kalkıp biraz ders çalışarak okula gidebilirdim.
---
Bu bölümde sanki bir yerlerde olayları bi tık değişmesine neden olan bişi eklemişim yazıları yazmam uzun sürer sanırım ama bir an önce atmaya bakarım.
Woosan ile kalın <3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hidden Screet / Woosan
FanficWooyoung onu kitap okuduğu her anda izlerdi. Yani her gün. Çok sessizdi ve gizemliydi. Wooyoung onun bu duruluğuna aşık olmuştu. Gizli aşkıydı. Choi San onun gizli aşkıydı. Ama bu hikayede bir şeyler saklayan tek kişi Wooyoung değildi. _____ -Wo...