Üzerime rahat bir bol kot pantolon ve beyaz büyük bir sweet giydim. Bedenimi gösterecek kıyafetlerdense bol ve rahat kıyafetleri tercih ederdim.
Siyah sırt çantamın içine açık renk bir şapka bir şişe su ve önceden hazırladığım streçe sarılı sandviçimi koydum. Gözlerimin dışarda bulunan toz tabakasından dolayı ağrımaması için cam gözlüğümü gözüme taktım. Cebime biraz para sıkıştırıp telefonumu da alarak evden çıktım. Kendime öğlen beşe kadar bir iş bulamazsam lokantaya geri dönecektim. Ve ben oraya dönmek istemiyordum. Sadece bir saatim vardı. Evden çıktım ve kendimi dükkanların olduğu sokaklara attım.
Hüsranla girdiğim kafeden çıktım ve az ilerde iş ilanı asılı mağazaya doğru ilerledim. Kapsının önünde elindeki telefonla oynayan çalışan olduğunu düşündüğüm adama camda asılı olan kağıdı göstererek konuştum.
"Çalışan alıyor musunuz?" Adam kafasını iki yana sallayarak telefonuna geri döndü. Sıkıntıyla dolanmaya devam ettim. Bir iki saat geçmişti ve güneşten dolayı taktığım şapkamı çıkarıp terli saçlarımı karıştırdım. Gölge olan bir ağacın altına oturdum ve çantamdan sandviçimi alarak poşetinden kurtuldum. Yavaş yavaş yerken gözlerimi etraftaki dükkanlarda gezdiriyordum. İşlek bir caddedeydim. Umarım bir yerde iş bulabilirdim. Elimdeki sandviç bitince çantamdaki suyu da kafama diktim ve geri kalanını çantama attım. Oturduğum yerden kalkarak ilk gördüğüm yere girdim.
"Acaba hala çalışan arıyor musunuz?"
"Hayır. Daha yeni bir tane bulduk." Kafamı sallayarak çıktım ve çaprazındaki mağazaya girdim. Ama daha ağzımı açamadan çalışanlardan biri kapıdaki ilanı kaldırmıştı. Arkamı döndüm ve başka bir yere girdim.
Bütün gün girdiğim yerlerden yüzüm asık bir şekilde çıktım. Çantamdaki son yudum suyumu da içip şişeyi çöpe attım. Saat dörde geliyordu. Umutsuzca kafamı yere eğdim ve ellerimi cebime atarak lokantaya doğru ilerledim. Giderken yol üstündeki bütün iş yerlerine de iş olup olmadığını soruyordum. Ama yine de iş bulamadım. Umutsuzca sokağın sonunda duran lokantaya baktım. İlerledim ve içeri arka kapıdan girdim ve mutfak bölümüne ilerledim. Gülümseyerek elindeki tavadaki biberleri pişiren Şef Jung'un yanına ilerledim. Sağındaki tezgahın üstündeki hazır tabağın üzerine pişirdiği biberleri koyarken beni gördü.
"Woo. İki gündür uğramıyordun. Endişelenmeye başlamıştım. İyi misin evlat?"
Kafamı sallayarak hafifçe gülümsedim. Şef Jung işini yapmaya devam ederken "Kolay gelsin" dedim ve hızla mutfaktan çıkarak bekleme odasına girdim. İçerisi biraz kalabalıktı. Kimseyi umursamayarak boş koltuklardan birine oturdum. He Joon'un gelmesini beklerken yanıma biri oturdu. O tarafa dönmedim.
"İyi misin Woo?"
Sessiz kaldım. Her zamanki gibi cevap vermedim. Sadece hafifçe kafamı salladım. Birkaç kişinin gözünün üzerimizde olduğuna emindim ama umursamadım. Kapı açıldı ve içeri He Joon girdi. Onu görmemle oturduğum yerden kalktım ama yüzüne bakmadım. Şu an ondan da çekinmiştim. Bir süre sessiz kaldı ama daha sonra hiç enerjisini bozmadan her zamanki konuşmasına başladı.
"Evet arkadaşlar bugünkü teslimatlar biraz fazla. Onun için sıkıca çalışmanızı istiyorum. Kendinize mutlaka dikkat edin. Başınıza bir şey gelmesini istemiyorum. Jiwo teslimatları arkadaşlara dağıt. Zaten ben hepsini bir araya getirip üstlerini yazdım. Şimdi hızla çıkın bakalım."
Yüzündeki gülümseme hiç silinmeden konuşuyordu. Çok enerjikti, çok sevecendi. Birçok kişi odadan çıkarken yanıma geldi.
"Biraz konuşalım mı Woo?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hidden Screet / Woosan
FanficWooyoung onu kitap okuduğu her anda izlerdi. Yani her gün. Çok sessizdi ve gizemliydi. Wooyoung onun bu duruluğuna aşık olmuştu. Gizli aşkıydı. Choi San onun gizli aşkıydı. Ama bu hikayede bir şeyler saklayan tek kişi Wooyoung değildi. _____ -Wo...