Sekiz ya da dokuz günlük bir tanışıklıktan sonra bir sabah iki arkadaş arasında Pump-Room'da geçen şu konuşmayı yakınlıklarının ve bu yakınlığın inandırıcılığını gösteren narinliğin, hassasiyetin, düşünce özgünlüğünün ve edebiyat zevkinin örneği olarak veriyorum.
Kararlaştırdıkları gibi buluştular; Isabella arkadaşından beş dakika önce geldiği için ilk sözleri haliyle şöyle oldu... "Güzelim, ne olmuş da seni bu kadar geciktirmiş olabilir? Kaç zamandır seni bekliyorum!"
"Öyle mi cidden!.. Çok üzgünüm, ama aslında tam zamanında geldim sanıyordum. Bir dakika geçmiş. Umarım geleli çok olmadı."
"Olmaz mı! Bir ömür. En az yarım saattir buradayım. Aman neyse, gidip salonun öbür ucunda oturalım ve keyif yapalım. Sana anlatacak yüzlerce şeyim var. İlk olarak, bu sabah yağmur yağacak diye çok korktum, tam dışarı çıkacakken; fena yağacak gibiydi, yağsa kahrolurdum inan! Biliyor musun, az önce Milsom caddesinde hayal edilebilecek en güzel şapkayı gördüm... aynı seninki gibi, sadece yeşil yerine kırmızı kurdeleli; nasıl aklıma takıldı. Ama Catherineciğim bütün sabah sen ne yapıyordun kendi başına?.. Udolpho'ya devam ettin mi?"
"Evet, uyandığımdan beri okuyorum; siyah peçeye geldim."
"Cidden mi? Ne keyifli! Yo, siyah peçenin arkasında ne olduğunu dünyada söylemem! Meraktan çıldırmıyor musun?"
"Hem de nasıl; ne var acaba?.. Ama söyleme... Ne olursa olsun söyleme. Bence iskelet var, eminim Laurentina'nın iskeleti. Ah kitaptan nasıl keyif alıyorum! Ömrümün geri kalanını kitabı okuyarak geçirmek istiyorum. Emin ol, seninle buluşacak olmasam, kitabı dünyada bırakmazdım."
"Güzelim! Sana cidden minnettarım; Udolpho'yu bitirdiğin zaman beraber The Italian'ı okuruz; aynı türden on, on iki kitaplık bir liste yaptım sana."
"Öyle mi! Nasıl sevindim!.. Hangileri?"
"Sana doğrudan isimleri okuyayım, işte, cep defterimde. Castle of Wolfenbach, Clermont, Mysterious Warnings, Necromancer of the Black Forest, Midnight Bell, Orphan of the Rhine ve Horrid Mysteries. Bunlar bizi bir süre idare eder."
"Ya çok güzel; ama hepsi korku romanı değil mi, hepsinin korku romanı olduğundan emin misin?"
"Kesinlikle; bir arkadaşım var, Miss Andrews diye biri, tatlı bir kız, dünyanın en tatlı yaratıklarından biri, hepsini tek tek okumuş. Keşke Miss Andrews'ı tanısan; çok severdin. Kendine düşenebileceğin en hoş şalı örüyor. Melek kadar güzel... onu beğenmeyen erkeklere çok kızıyorum!.. Acayip azarlıyorum hepsini bu yüzden."
"Azarlıyor musun? Onu beğenmedikleri için mi azarlıyorsun?"
"Aynen öyle. Gerçek dostlarım için yapmayacağım şey yoktur. İnsanları yarım sevmeyi bilmem, tabiatımda yok. Bağlılığım her zaman son derece güçlüdür. Bu kış bizim toplantılardan birinde Yüzbaşı Hunt'a eğer bütün gece beni bunaltmak niyetindeyse, önce Miss Andrews'un melek kadar güzel olduğunu kabul etmeden onunla dans etmeyeceğimi söyledim. Erkekler bizi gerçek dostluktan anlamaz sanıyorlar, ben de onlara farkı göstermeye kararlıyım. Şimdi, birinin senden hafife alarak bahsettiğini duysam o an parlarım: Ama tabii bu mümkün değil, çünkü erkeklerin müthiş gözdesi olacak türden bir kızsın."
"Yok canım!" diye haykırdı Catherine kızararak, "nereden çıkardın?"
"Seni gayet iyi tanıyorum; neşe dolusun, bu tam da Miss Andrews'da olmayan şey, çünkü itiraf etmem lazım onun şaşırtıcı derecede yavan bir tarafı var. Ha, sana söylemem lazım, dün senden ayrıldıktan hemen sonra ısrarla seni arayan bir delikanlı gördüm... sana âşık olduğuna eminim." Catherine kızardı, yine itiraz etti. Isabella güldü. "Öyle yani, şerefim üstüne, ama anlıyorum; sen herkesin beğenisine kayıtsızsın, o belli beyefendi dışında, şu ismi lazım değil. Yo, seni suçlayamam... (ciddileşerek)... duyguların kolaylıkla anlaşılıyor. İnsanın kalbi birine aitse başka hiç kimsenin ilgisi pek bir şey ifade etmez. Sevilen kişiyle ilgili olmayan her şey o kadar yavan, o kadar sıradan gelir ki! Duygularını gayet iyi anlayabiliyorum."
"Ama beni Mr. Tilney'yi çok düşündüğüme inandırmamalısın, çünkü onu bir daha hiç göremeyebilirim."
"Bir daha görmemek mi! Güzelim, ağzından yel alsın. Öyle düşünürsen sefil olursun."
"Yo, gerçekten olmam. Ondan çok hoşlanmadığımı söyleyerek numara yapacak değilim; ama elimde okuyacak Udolpho olunca kimse beni üzemezmiş gibi geliyor. Ah o korkunç kara peçe! Isabellacığım, bence arkasında kesin Laurentina'nın iskeleti var."
"Udolpho'yu daha önce okumamış olman bana çok garip geliyor, ama herhalde Mrs. Morland romanları onaylamıyor."
"Hiç de değil. Sık sık Sir Charles Grandison'ı okur, ama yeni kitaplar pek karşımıza çıkmıyor."
"Sir Charles Grandison! Acayip berbat bir kitap değil mi?.. Miss Andrews'un ilk cildi bile bitiremediğini hatırlıyorum."
"Udolpho'ya hiç benzemiyor; ama bence çok eğlenceli."
"Ne diyorsun!.. beni şaşırttın; ben okunamaz olduğunu düşünüyordum. Neyse Catherineciğim, bu gece başına ne takacağına karar verdin mi? Ben ne olursa olsun aynı senin gibi giyinmeye kararlıyım. Erkekler bazen buna dikkat ediyorlar."
"Dikkat etseler ne olur," dedi Catherine gayet masumca.
"Ne mi olur! Tanrım! Dediklerine aldırmamayı kural haline getirmişimdir. Onların karşısında başına buyruk davranmaz ve arana mesafe koymazsan sık sık fazlasıyla küstah olurlar."
"Öyle mi?.. Doğrusu hiç dikkat etmemiştim. Bana hep gayet nazik davranırlar."
"Ya! Kendilerine bir havalar verir dururlar. Dünyadaki en yapmacık yaratıklardır onlar, bir de kendilerini pek önemli sanırlar!.. Yeri gelmişken, gerçi yüzlerce kez düşündüm ama sana sormayı hep unuttum bir erkekte nasıl yüzden hoşlanırsın diye. Esmer mi seversin sarışın mı?"
"Pek bilmiyorum. Hiç düşünmedim. İkisinin arasında bir şey herhalde. Kumral... sarışın değil, çok esmer de değil."
"Gayet iyi Catherine. O da tam öyle. Mr. Tilney tarifini unutmadım; ...'kumral bir ten, siyah gözler, siyaha yakın bir saç.'... Şahsen benim zevkim başka. Ben açık renk göz severim, teni de... bilirsin işte... beyazı hepsinden çok severim. Bu tarife uyan bir tanıdığına rastlarsan beni ele verme sakın."
"Ele vermek mi!.. Ne demek istiyorsun?"
"Neyse, beni germe. Zaten çok konuştum. Konuyu kapatalım."
Catherine biraz şaşırmış bir halde ona uydu; birkaç dakika sessiz kaldıktan sonra, onu o sırada dünyadaki başka her şeyden daha çok ilgilendiren konuya, Laurentina'nın iskeletine dönmek üzereydi ki arkadaşı konuşarak onu engelledi, "Tanrı aşkına! Bu uçtan gidelim. Yarım saattir bana bakıp duran iki iğrenç delikanlı var. İyice asabımı bozuyorlar. Gidip yeni gelenlere bakalım. Bizi oraya kadar takip edemezler."
Deftere yürüdüler; Isabella isimleri gözden geçirirken ürkütücü delikanlıların ne yaptıklarını izlemek Catherine'e düştü.
"Bu yana gelmiyorlar, değil mi? Umarım bizi takip edecek kadar küstah değillerdir. Gelirlerse lütfen söyle. Bakmamaya kararlıyım."
Birkaç dakika içinde Catherine sahici bir sevinçle ona artık rahatsız olmamasını, çünkü beylerin Pump-Room'dan gittiklerini söyledi.
Isabella aceleyle arkasına dönerek, "Peki ne yana gittiler?" dedi. "Biri çok yakışıklı bir gençti."
"Kilise avlusuna doğru gittiler."
"Neyse, onlardan kurtulduğuma acayip sevindim! Şimdi benimle Edgar's Buildings'e gitmeye ve yeni şapkama bakmaya ne dersin? Görmek isterim demiştin."
Catherine hemen kabul etti. "Yalnız," diye ekledi, "belki şu iki gençle karşılaşabiliriz."
"Olsun, aldırma. Acele edersek onları hemen geçeriz, sana şapkamı göstermek için ölüyorum."
"Ama birkaç dakika beklersek onları görme tehlikemiz kalmaz."
"Onlara böyle bir iltifatta bulunmayacağım, emin ol. Erkeklere o kadar saygılı davranmak yanlısı değilim. Yoksa şımarırlar."
Catherine'in böyle bir açıklama karşısında itiraz edebileceği bir şey yoktu; o yüzden Miss Thorpe'un özgürlüğünü ve karşı cinsi küçük düşürme kararlılığını göstermek için olanca hızlarıyla yürüyerek hemen iki delikanlının peşine düştüler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Northanger Manastırı
Ficción históricaKendi cehaleti karşısında tüm kalbiyle utanç içerisindeydi; yersiz bir utanç. Zira insanlar bağlılık duymak istedikleri şeyler hakkında daima bilgisiz kalmalıdır. Donanımlı bilgi sahibi dimağlar, diğer insanların kibrini idare etmekte zorlanırlar ki...