Medya ; Horakles Antik Tapınağı
Denize uzun uzun baktım, ardından kafamı toprağın sarı yüzeyine çevirdim. Eskiden tanrılar ve tanrıçalar için şölenler yapılan, adak adanan, on iki olimpos tanrısı adına kurbanlar kesilen bu yer şimdi ıssız ve tenha bir yer olarak kalmıştı. İnsanlar dünyadaki adaletsizlik çoğaldıkça, medet umdukları her güzellikten mahrum kaldıkça tanrılara olan inançlarını kesmişlerdi. Ve sonucunda, inançsızlıkla dolu boş topraklar kalmıştı.
Adım sesleri duyduğumda başımı arkaya doğru çevirdim. Yoğun güneş ışığının altında küçük bir kız çocuğu buraya doğru koşuyordu. Ayağa kalkıp usulca yanına doğru adımladım. Kehribar saçları ve yeşil gözleriyle oldukça tatlı bir çocuktu.
Yanıma geldiğinde oldukça şaşırmıştı.
"Sen çok güzelsin, aynı bir prenses gibi."
Yüzümdeki tebessümle boyumuzu aynı hizaya getirmek için dizlerimi kırarak önümdeki tatlılık abidesine eğildim.
"Senin kadar olmasa da idare eder."
Küçük kız gülümseyecek gibi oldu ancak daha sonra yüzünde bir hüzün gölgelendi.
"Ne oldu tatlı kız?"
"Ben senin kadar güzel olabilecek miyim? Daha altın bir bileziğim dahi yok. Arkadaşlarım benimle çok dalga geçiyor."
"O zaman sana altın bir bilezik yapalım, ne dersin?"
Küçük kız şaşkınlıkla başını hevesle salladı. Elinden tutarak denize doğru ilerledim.
Ayağım kuma değdiğinde içime bir ürperti yayıldı. Uzun yıllar boyunca fark edilmemek için ilahi güçlerimi olabildiğince az kullanmıştım.
Gökyüzüne baktığımda güneşin tam tepede olduğunu gördüm. Apollon muhtemelen elindeki şarapla mayışmış halde dünyayı izliyor, olan her şeye kahkahalarla gülüyordu. Her şeye rağmen dikkatli olmalıydım. Bunca yıllık emeğimi hiçe sayamazdım.
Kızın şaşkın bakışları altında kuma çöktüm ve elime taneleri alarak büyülü sözcükleri söyledim
'vreme, zaščiti me, preprečı'
Söylediğim büyü Apollon'un beni görmesini engellemiş, güçlerimi gizlemişti. Denize dokundum ve gözlerimi kapadım. Saniyeler içinde elimdeki sıvı katılaşmaya başlamış ve altın bir bilezik haline gelmişti.
"Ama bu, bu nasıl mümkün olabilir?"
Şaşkınlıktan yeşil gözlerini kocaman açmış küçük kıza döndüm.
"Adın ne?"
"Zerdya"
"Ben tanrıça Helen . Şimdi bu bileziği bileğine takıyorsun ve soran olursa yerde bulduğunu, tanrılardan bir armağan olduğunu söylüyorsun. Ve başına kötü bir şey geldiği an bana dua et. O zaman seni duyar ve yanına gelirim."
Sözlerimi bitirir bitirmez zerdya büyük bir hızla kucağıma atladı. Ona sarılarak karşılık verdim. Bileziğini taktığımda bana veda etti ve evine doğru gitti.
Kulübeye geri döndüğümde güçlerimi kullanmış olmanın özlemi vardı üzerimde. Bir tanrıça için en katlanılmaz olan güçlerinden mahrum kalmaktır. Ve ben bunu yıllar boyunca yaşamıştım.
Ben tanrıça Helen'dim. Adım tarih kitaplarında yer almaz, insanlar bana dua etmezdi. Çoğu Olimposlu'nun varlığımdan haberi dahi yoktu.
Annem Tehtys, yeraltı su titanıydı. Titanlar bir zamanlar tanrı ve tanrıçalarla eş değer güçte, hatta onlar var olmadan çok önce de vardı. Babası kronosun zulmünden kaçan annem huzuru Hades'te bulmuştu. Yeraltı tanrısı Hades ile uzun şehvetli ve yasak gecelerin ardından annemin karnında filizlenen o mucize bebek bendim. Zeus, babası Kronos ve diğer titanlarla olan savaştan galip geldiği gibi tüm titanları yok etmiş, bazılarını ise yer altına hapsetmişti. Suçsuz annemi ise Hades'in hatrına dünyaya sürgün etmişti, tüm güçlerini alarak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tanrıça'nın İlahisi
FantasyBen tanrıça Helen'dim. Adım tarih kitaplarında yer almaz, insanoğlu bana dua etmezdi. Çoğu Olimposlu'nun varlığımdan dahi haberi yoktu. Annem Tehtys, su titanıydı. Titanlar bir zamanlar tanrı ve tanrıçalarla eş değer güçte, hatta onlar var olmadan...