Yüzeye çıkarıldığımda her yerim toprak olmuştu. Öksürerek vücudumun içindeki toprak kalıntılarını atmaya çalıştım. Biraz daha kendime geldiğimde yalnızca derin nefesler almakla meşguldüm.
Moira'nın annem hakkında dedikleri oldukça kafa karıştırıcıydı. Birtek Moira'nın dedikleri değil, antik dünyada gördüklerimde zihnimi bulandırmıştı. Gerçekleri öğrenmenin tek bir yolu vardı, dünyaya bir şekilde inecek ve uzun yıllar boyunca biçok medeniyete ev sahipliği yapmış, tarihin akışına tanık olmuş, gelmiş geçmiş tüm mitlojik bilgileri bünyesinde barındıran antik kütüphanede annemin geçmişi hakkında araştırma yapacaktım. Olimpos'ta birisine annemi sorarsam ifşa olabilirdim. Bunun tek yolu gerçekleri tek başıma öğrenmekten geçiyordu. Ancak dünyaya inerken bana yardımcı olabilecek biri lazımdı, kim bana yardım edebilirdi? Aklıma gelen isimle gülümsedim, Hermes.
"Bir sorun mu var, Helen?"
Sesin geldiği yöne, arkama baktığımda akşam yemeğinde gördüğüm güzel kız elindeki şarabı yudumlarken aynı zamanda dikkatle beni inceliyordu.
"Yok hayır, sadece yuvarlandım"
Ayağa kalktım ve üstümü silkeledim. Kız birkaç adım geldi ve önümde durdu. Sarı gözleri parıldarken elini uzattı
"Layla, Afrodit ve Diyonses kızı."
Elimi silkeledikten sonra elini tuttum
"Helen." Duraksadım ve güldüm "Poseidon kızı"
İtiraf etmek gerekirse karşımdaki kızın aurası oldukça güçlüydü. Gözlerine baktığımda zihnini okuyamıyordum. Ancak onun bakışları da tam aksine beni okuyor gibiydi. Annesine benzemezken bu kadar benzeyen ilk kişi olabilirdi. Kafa karıştırıcıydı ancak doğruydu, gözlerinde parıldayan zeka Afrodit in ışığıydı. Ancak saklamaya çalıştığı naifliği ise kendisiydi.
"Birkaç gün sonra arena var, duyduğuma göre oldukça iddialıymışsın."
Şarabını yudumlarken kıvrak zekasıyla sorduğu sorunun beni alevlendirmesini istiyordu, doğruyu söylemek gerekirse istediğini verecektim. O beni her ne kadar kendini yeni keşfetmiş, gücünden habersiz bir tanrıça sanıyorsa da ben yıllardır içimdeki tutkuyla güçlerime hükmediyordum. Ancak onların bunu bilmesine gerek yoktu. Yüzümde saniyeler içinde şaşkın bir ifade belirmesine izin verdim.
"Söylediğin için teşekkürler. Gerçekten ne yapacağımı bilemiyorum. Özellikle buraya yeni gelmişken.."
Elini omzuma koydu ve saniyeler içinde attığım yemi tutmuştu.
"Biraz hazırlıklı olman yeterli"
Mahçup olmuş gibi baktım
"Haklısın, ancak yine de sizlerin yanında çok başarılı olabileceğimi sanmıyorum"
Layla başını sallarken az ilerde olan Ares'i gösterdim
"Ben artık gideyim"
anlayışla başını salladı
"Ah tabikide, İyi akşamlar"
Birbirimize selam verdikten sonra onu ardımda bırakırken az ilerde olan Ares'e doğru adımladım. Birkaç gün sonra arena vardı ve dünyadayken baktığıma göre antik dünyadan beri süregelen bir gelenekti. Eskiden Romalılar gladyatörleri arenaya çıkarırken halk tezahüratlar eşliğinde onların birbirlerini öldürmesini izlerdi. Ancak Olimpos'ta ise durum farklıydı. Tanrı tanrıça çocukları antik dünyada kalan arenalara çıkartılır ve olimpos halkı izlemek için her yeri tıklım tıklım doldururdu. Arenayı çıkan ikiliden hangi isim kazanırsa soyundan geldiği tanrıları gururlandırırdı. Ve birkaç gün sonra artık hikayeme başlama zamanım gelmişti. Dünyaya Arenadan sonra inecektim, önümde kıyasıya geçecek bir rekabet vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tanrıça'nın İlahisi
FantasyBen tanrıça Helen'dim. Adım tarih kitaplarında yer almaz, insanoğlu bana dua etmezdi. Çoğu Olimposlu'nun varlığımdan dahi haberi yoktu. Annem Tehtys, su titanıydı. Titanlar bir zamanlar tanrı ve tanrıçalarla eş değer güçte, hatta onlar var olmadan...