Dayanamadım ve yeni bölümü yayınladım, keyifli okumalar..
"Bu da ne demek oluyor?"
Odinix'in sorusu üzerine gözlerimi zorlukla yüzüne çıkardım. Bedenim titrerken ifademi korumak oldukça zor olsa da bunu yapmaya mecburdum. "Bilmiyorum, ancak içimden bir ses benimle oldukça alakası olduğunu söylüyor" Odinix anlamaz ifadesiyle bakarken Layla kolumdan tuttu ve ona bakmamı sağladı. "Helen iyi misin ? Yüzün hiç iyi gözükmüyor" Sorusuna karşılık Sesimi düz tutmaya özen göstererek cevapladım "Evet, iyiyim"
Layla ikna olmayan bakışlar atarken Odinix Layla'nın koluna dokundu ve sütunların arasında ilerleyerek kendi aralarında konuşmaya başladılar.
Yanımdaki sütunlardan birine dokunarak zorlukla ayağa kalktığımda tapınakta ilerlemeye başladım. Nefes alamıyormuş gibi hissediyordum. Yürüdükçe bir el beni boğuyor, yaşamımı silmek istiyor gibi hissediyordum. Çayırlık bir alana vardığımda çimlere oturdum. Güneş tepedeydi ve ıssız çalılığı bir altın misali aydınlatıyordu. Etrafıma baktığımda yerde devrilmiş heykeller boylu boyunca uzanıyordu.
Gözlerimi kapadım ve düşledim, benim ayak bastığım bu yerde yüzyıllar öncesinden kimlerin ayak izleri vardı?, hangi aşıklar kavuşmak için Artemis'e adak adayıp dua etmişlerdi. Hangi baba evladını doyurmak için kısıtlı imkanlarıyla Artemis'e armağan sunmuştu? Hangi krallık ayak bastığı bu adayı yağmalamış, zafer bayrağını dikmişti? Ancak bir zamanlar insanoğlunun mesken tuttuğu bu topraklar artık yalın ve ıssızdı. Hepsi sanki bir hayalmiş gibi toprağın altında saklıydı.
Başıma giren sızı ile birlikte derin bir nefes aldım, gözlerimin ardına giren karanlık yavaşça şekillenmeye başlamıştı.
Var olduğum bedenin içinde hareket edemiyor, sözcükleri kontrol edemiyordum. Altın işlemeler ile süslenmiş aynadan kendime baktığımda var olduğum bedenim aynıydı, lakin bakışları benim değildi. İçinde bulunduğum beden kontrolüm dışında bir başkası tarafından hükmediliyordu. Sarı saçlarım dalgalar halinde belime dökülürken bir kısmı örgülerle arkada toplanmıştı. Giydiğim beyaz elbise göğüs oluğumu gösterirken mücevherler gerdanımda ışıldıyordu. Yeşil gözlerime çekilen sürme, oldukça etkileyiciydi. Yanımda arkadan salınacak pembe eşarbı saçımın arka kısmına tutturmaya çalışan bir hizmetkar duruyordu. Eşarbı tutturduğunda sarı saçlarımın üstüne uyum sağlayan altından bir taç taktı.
"Çok güzel oldunuz hanımım, tüm truva halkı size hayran olacak"
Demek Truvalı Helen'in bedenindeydim. Ancak niçin görünümümüz aynıydı? İçinde bulunduğum beden yardımcısına bakıp gülümserken kapı tıklandı.
"Gir"
Bedenim komut verdiğinde içeriye şövalye zırhlı bir asker girdi.
"Hanımım, büyük savaştan önce Akhilleus son kez sizinle konuşmak istiyor"
İçime büyük gerginlik tohumlanırken bunun benim değil, bedenin sahibinin hisleri olduğunu biliyordum.
"İçeri buyur etsin"
Bedenim komut verdiğinde asker reverans yapıp geri çekildi. İçeriye sarı saçları ensesine kadar uzanan, zırhlı, yakışıklı bir asker girdi. Demek ismi yüzyıllarca dünyada anılacak, şanlı zaferleri nesilden nesile aktarılacak keskin mavi gözlü komutan buydu. Truvalı Helen iyice gerilirken yardımcısına çıkmasını işaret ederek elin kaldırdı. Yardımcısının gözlerinden gitmek istemediği anlaşılıyordu.
"Ama hanımım"
Helen elini kaldırdı ve genç kızın cümlesini bitirmesine izin vermedi
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tanrıça'nın İlahisi
FantasyBen tanrıça Helen'dim. Adım tarih kitaplarında yer almaz, insanoğlu bana dua etmezdi. Çoğu Olimposlu'nun varlığımdan dahi haberi yoktu. Annem Tehtys, su titanıydı. Titanlar bir zamanlar tanrı ve tanrıçalarla eş değer güçte, hatta onlar var olmadan...