one

765 40 22
                                    

Merhaba🧡 Bu kurguyu uzun zamandır kafamda yazıyorum hayal ediyorum ve sonunda sizlerle. Jisoonun dizisi artık umarım ki gelecek ve ben parterine yani Jung Hae In'e bayılıyorum. Neden ikisine özel bir şeyler yazmayayım ki dedim umarım sizde seversiniz hikayeyi. Uzun ve bir sürü şeyler öğreneceğimiz bir yolumuz olacak yanımızda olup desteklemeniz dileğiyle🧡🧡

AYNA

Kim Jisoo:

Büyük çantam geldiğim zamandan daha ağırken bavulla gelmediğim için içten içe söylendim kendime. Bu şehre her gelişimde daha ağır bir çantayla dönüyordum. Nedeni ise belliydi, geun olacak yaşlı bunak. Sonunda trendeki oda numarama ulaştığımda derin bir nefes bırakıp ağır siyah çantayı yere koydum ve büyük bir güçle açılan kapıyı kenara itmeye başladım. Kapı beklediğimin aksine kolaylıkla açıldı. Odanın iç tarafında 30larında bir kadın açmıştı. Yüzündeki büyük gülümsemeyle bana bakarken ben yine içten içe söyleniyordum. Yalnız değildim. 3 gün boyunca birisiyle kalmak zorundaydım.

"Teşekkür ederim" diye fısıldadım ve kadın kapıyı tutarken çokta büyük olmayan karşılıklı iki koltuğu olan trenin odasına girdim. Birisiyle kalmayacaktım. Çünkü sağ taraftaki koltukta oturmuş bir çocukta vardı. Ağlar mıydı bu? 5 yaşını geçmiş gibi gözüküyordu fakat çocuklara asla güven olmazdı. "Ji woo bak canımız hiç sıkılmayacak çok güzel bir abla bizimle kalacak" diyen kadının sesindeki canlılığa şaşırmıştım. Uzun zamandır böyle hayat dolu bir ses duymamıştım. Kelimler ağzından bir şarkı gibi dökülmüştü. Çantamı yukarıdaki bölme yerine koltuğa koyarken göz ucuyla onlara baktım. Annesi ne kadar canlıysa çocuk o kadar cansızdı. Tek bir mimiği bile oynamıyordu.

Yetimhanedeki çocukların bile gözleri parlardı. Onun parlamıyordu. Koltuğa oturup derin bir nefes aldığımda kafamdaki şapkayı çıkardım ve kızıl saçlarımı düzelttim. "Saçlarının rengi ne kadar güzel değil mi?" kadın aynı canlılıkla sorarken çocukta hâlâ aynı şekilde düzdü. İstemsizce merak ettim. Şımarık bir çocuk olduğundan böyleymiş gibi değildi. Sanki ışığını söndürmüşlerdi. "Hasta mı?" dedim sakince. Bunu ruhsal bir hastalıktan çok bedensel bir hastalık olarak sormuştum. Kadının yüzündeki canlılık bir an kırılsada hemen toparladı. O an anladım, karşımda çok güçlü bir kadın vardı. Çünkü ben kendimi asla öyle kolay toplayamazdım. "Hayır değil. O sadece biraz içine kapanık bir çocuk. Ama insanları çok sever değil mi annecim?" diye sorduğunda çocuk sadece ona gözleriyle bakmıştı. Kadın ise bu duruma belli ki alışkındı. Hiç istifini bozmamıştı.

Çantamın dışarısındaki zincirli bölmeyi açtım ve daha yeni gardan aldığım müzik kutusunu çıkardım. Kadın oğlunun saçlarını okşuyordu. İki adımda yanlarına gidip çocuğun önünde diz çöktüm. Bakışlarımız buluştu. Titredi tüm bedenim. Ayaklarıma doğru uyuşan bacaklarım iyi ki yere yaslıydı. Ayakta duramayabilirdim. Gördüğüm gözler öyle tanıdıktı ki sarsmıştı beni. Aynaya bakıyor gibiydim. Tek fark ayna şu anki beni değil çocukluğumu gösteriyordu. Yutkundum. Gözlerimi elimdeki müzik kutusuna çevirirken kapağını titreyen ellerimle açtım. Açtığım anda minik müzik kutusundan keman sesi gelmeye başlarken geldiğimden beri ilgisizce duran çocuğun gözlerinde minik bir kıpırtı oldu. Gözleri ilgiyle parladı. Belli ki müzik kutusunda keman çalan çocuk onunda ilgisini çekmişti. Tıpkı ilk gördüğümde benimde ilgimi çekmesi gibi. Kutuyu ona uzattım. Gözlerime baktı. Sanki ben ölmüştüm de ruhum bu çocuğun bedeninde canlanmış gibiydi. Öyle tanıdıktı gözler.

"Alabilirsin annecim" kadının sesi de şaşkındı. Oğlunun ilgisi onu da şaşırtmıştı belli ki. Minik eller kutuya uzandı ve tutundu. Bende onun ellerine vermenin güveni ile bıraktım kutuyu. Ardından titreyen bacaklarımla kendimi koltuğuma attım. Çocuk minik parmağıyla kemanı okşadığında bende iz bırakan cümleler birer birer doldurdu zihnimi.

Lost | Kim JisooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin