Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Aynadan kendime son kez bakıp ayakkabımı giydim. O sırada telefonuma mesaj geldi. Kimden olduğunu bilmem için telefonumun ekranına bakmama gerek yoktu. Ahmet'tendi. Sevgimden. Sevgilimden. Ne yazdığını görmeme gerek yoktu gülümsemem için. Aşağıda, benim inmemi bekliyordu. Tam yarım saattir. Sanırım biraz geç kaldım. Kapıyı kilitleyip merdivenleri hızla indim. Ailem evde yoktu. Apartmanın demir kapısını açıp dışarı çıktım. Ve onu gördüm.
Etrafındaki her kızı kendine âşık edecek kadar yakışıklı değildi, kaslı bir vücudu da yoktu. Yeşil gözlü, koyu kahve saçlı, hafif kilolu ama uzun boylu bir erkekti -benim 1.50 olan boyumla çok dalga geçerdi-. Ben de çok güzel bir kız değildim. Siyah saçlı, siyah gözlü, esmer bir kızdım. Biz buyuz, kusursuz değiliz ve ben onu tüm kusurlarıyla seviyorum. Beni görünce gülümsedi, gözlerinin içi parladı. Koşar adımlarla yanına gidip sıkıca sarıldım. Başım tam kalbine denk geliyordu ve bu benim en sevdiğimdi.
"Nerede kaldın, zeytin göz? Ağaç oldum burada." Kafamı göğsünden kaldırım şirin olduğunu düşündüğüm bir gülümsemeyle ona baktım. Bekletilmekten hiç hoşlanmazdı ama her seferinde beni beklemek zorunda kalırdı. Onu bekletmek benim de hoşuma gitmiyordu ama yavaş hazırlanıyorum, ne yapabilirim ki? Hem o da hep son anda haber veriyordu.
"Bakayım, yooo, köklerin daha çıkmamış. Biraz daha beklersen çıkabilirmiş ama. " Onunla dalga geçmek, gülmek en güzeliydi.
"Ha ha ha. Çok komik! Senin yüzünden gittiğimiz her yere geç kalıyoruz, farkında mısın? Geldiğimden beri annem kaç kere aradı 'Nerede kaldınız?' diye. Şimdiye on kere gitmiştik" Evet, sevgili kayınvalidemin evine akşam yemeğine davetliyim. Arka sokağımızda oturuyorlar, yakın yani. Şimdiye kadar on kere değil yirmi kere bile gidebilirdik ama dediğim gibi yavaş hazırlanıyorum. Ahmet'in boynundan tutup kendime çektim ve yanağına öpücük kondurdum.
"Özür dilerim, aşkım. Ama biliyorsun ne giyeceğime karar veremiyorum. Keşke kapıda bekleyeceğine eve gelseydin. Çok yorulmuşsundur." Belimdeki eliyle belimi okşadı. İki yanağımdan öpüp boynumu kokladı. Daha sonra gözlerime baktı. Neredeyse iki gündür hiç görememiştim onu. İki gün bile o kadar uzun bir zaman ki... Onu görmediğim bir günüm çok nadir olurdu.
"Artık gidelim mi? " Kafamı sallayıp ondan ayrılıp elini tuttum. Biz beraber yürürken hep yaptığım şeyi yaptım, bütün ağırlığımı ona verdim. Ne yapayım, ben çok üşengeç bir insanım. Yüz metre yürüsem bile yorulurum ben, yapım bu. Bebekken de böyleymişim. Yattığım yerden hiç kalkmaz, kaldırıldığımda ağlarmışım. Ağzımda biberon tüm gün çizgi film izlermişim, ne tatlı ama.
Yaklaşık beş dakika sonra sevgili kayınvalidemin evine gelmiştik. Ahmet'in babası Ali amca, biz on yaşındayken vefat etmişti. O günü hayatım boyunca hiç unutmadım, unutamayacaktım. O gün Ahmetle tanıştığım gündü. Bir değişiklik yapıp televizyonun başından kalkmış ve kapımızın önünde oynamak için dışarı çıkmıştım. Ama tabii üşengeç biri olarak kaldırımın kenarına oturup atari oynamıştım. O ise sokağın köşesinde, kaldırıma oturmuş, dizlerini kendine çekmiş ağlıyordu. Meraklı bense yanına gidip annemin cebime zorla koyduğu selpağı uzatmıştım ona. Neden ağladığını sormuştum. Anlatınca da beraber ağlamıştık. İçimde biriken aşkla ona dönüp sıkıca sarıldım.