3. Bölüm: ''Gaip''

11.6K 404 43
                                    

Karasar-1996

Genç kız telaştan, korkudan yalın ayak kendini dışarı atmıştı. Yerdeki korkunç manzarayı uzaktan izlerken, gözlerinden art arda düşen damlalar yanaklarından boynuna doğru bir yol çizmişti. Az önce kapısını çalıp yardım dilendiği komşusu, haberi olmadan onları dayaktan kurtaran komşusu; şimdi ise davetsiz bir misafir gibi bahçelerinde yaraları sarmak için gelmişti. Babasının açtığı yaraları hep başkaları sarmaya çalışıyordu fakat bazı yaraları insan kendi bile görmeye utanırken, bir yabancıya göstermek insana tamiri olmayan başka yaralar açıyordu.

''Meral abla, ne oldu Necmiye ablama?''

''Necmiye abla, Necmiye abla ölme,'' zangırdayarak haykırdı genç kız.

Hıçkırıklarla yalvarırken mahallenin diğer kadınları onu tutuyor, babası ise taş gibi oturmuş eserini izliyordu. Yerde baygın kadının başında bekleyenler telaşla kadının yüzüne su çalarken; Meral'in kocası yanında köyün doktoruyla bahçeye girdi. Köyün bütün ahalisi alışmıştı bu görüntüye, her gün değilse bile, Kızıl Cevdet; kafası attıkça, canı sıkıldıkça, hava bozdukça, sevdiğim takım yenilince evdekileri dövüyordu. Vicdanı çöle düşmüş ve yolunu bulamamıştı.

***

Sevilay soğuk mutfakta bardakları yıkarken, çatlayan ellerinin arasına dolan deterjan canını yaktı. Ama o artık fiziksel acıya alışmıştı, narin biri hiç olamamıştı. Canı acıdığında annesine koşamamış, düştüğünde dizlerine yapışan tozları kendi elleriyle silkelemek zorunda kalmıştı. O korkunç günü üzerinden iki hafta geçmesine rağmen, Necmiye ablası tam olarak iyileşememişti. bir haftadır okula da gidemiyor, Ömer ile görüşemiyordu. Okul onun terapi merkezi gibiydi: sevdiğini görmüş, kara bulutların üzerinden hiç elini çekmediği evden uzaklaşmış oluyordu. Bardaktan çıkan gıcırtı sesiyle düşünceleri bölünürken, kapı çaldı. Ellerini hızla suyun altına tutup, köpüklerin akmasına izin verirken; kapı hızla iki kere daha çalınca koşarak kapıyı kendine çekerek açtı.

''Neredesin lan sen, babanı bekletmeye utanmıyor musun?''

Kızının yüzüne doğru eğilip, tıslayarak konuşurken, sigaradan sararan dişleri meydana çıktı. Sevilay korkudan geriye çekilip, yaslandığı duvarın ötesine geçmesi mümkünmüş gibi sırtını iyice bastırdı. Kızıl Cevdet; boğazını temizleyip, sırtını dikleştirdi ve yüzündeki sert ifadeyi sildi. İşine yarayacak bir şey varsa karşısındakine merhamet ederdi.

''Sen dua et başıma talih kuşu kondu yakında kurtuluyorum,'' derken genç kızın yanağından makas alıp sobalı odaya geçti. Eski kanepeye uzanıp, elini ensesinin altına yasladı. Zihninden binlerce tilki dolaşıyor, onların attığı her adım içinin kaynamasına sebep oluyor ve sonra keyifle kıkırdıyordu.

Sevilay; babasının söylediklerinden sonra gözleri yere dalmış, olup bitenleri anlamaya çalışıyordu. Olup biteni Necmiye ablasına anlatmak istedi fakat içi dolup taşarken bile kendini dizginledi. Kadıncağız yediği dayağın izlerinden kurtulamamışken, kocasının ileri geri ettiği laflar yüzünden tekrar örselenmesine şimdilik gerek yoktu. Hem o Kızıl Cevdet'ti, iki lafından biri yalandı. Hayalini kurduğu, istediği her şeyin ayağına geleceğine inanacak kadar cahil bir adamdı. Cahildi çünkü hayalleri için çabalamazdı, isterdi ama peşinden gitmezdi.

***

Genç kız babasına yemeğini verdikten sonra, yatağında dik oturan üvey annesini yanına gitti. Teorik olarak üvey annesiydi fakat ilişkileri öyle değildi. Necmiye ona hep ablalık yapmıştı zaten o yaştaydı. Genç yaşta evlenmiş ve boşanmıştı. Dul diye yaftalandığı için ortada kalmış ve sonunda kendinden büyük, eşi hastalıktan ölen, iyi tek bir duygu ruhunda ağırlamayan bu adamla evlenmişti. Tanrının onun için kurguladığı kader kötü olsa da, o bu zinciri kırmak için tırnaklarıyla mezar kazıp kendi de dahil tüm geçmişini gömmüştü.

HİLEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin