SIR

437 14 6
                                    

Bir inanç ile başlıyorsun her şeye. Karşında ki duvar bile olsa, o duvarı yıkabileceğine öyle eminsin. Sonra bir bakmışsın inandığın yerden kırılmış, bir de o duvarın yarattığı enkazın altında kalmışsın. İnandığın her şey nefretin olmuş. Muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ancak birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan geldikleri yere gidecekti. Bir ruh ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu... Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya -ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. O zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için, her şeyi çiğneyerek, birbirine koşuyordu.

Sığındığın insanlar bütün kemiklerini kırdığında, daha fazla incinmemek için herkese kötü yaklaşıp bir duvar örmek zorundasındır. İnsanlar buna ön yargı, bense mutsuzlukluk hastalığına yaklanamamak için sıkı giyinmek diyorum. Tuğlaların ne kadar sert olursa o kadar az yıkılır hayallerin.

"Artık benimlesin, buna alışsan iyi edersin küçük ceylan."

Duyduklarım ruhumun kabuk bağlamış yaralarını kanatırken hayatımı puslu bir pencerenin ardından izliyor gibiydim. Her şey silik bir bilinmezlikle kapalıyken benim yaptığım şeyse bir yabancı gibi bir köşede durup olanları izlemekti.
Kocaman bir neden. Bir süre sonra nedenlerin ardına sığınmak istiyorsunuz çünkü. Tüm bu olanları nedene bağlamak, sonucunu görmek istiyoruz. Benim hayatımda durum bu. Kendi hakimiyetime ilerlettiğim hayatıma, nerede durduğunu bilmediğim ama kendi irademle hakim olmasını istemediğim biri dahil oldu. Öyle oldu ki hakimiyetim de ellerimden gitmiş durumda. Ben sadece gidiyorum. Direniyorum fakat elimden bir şey gelmiyor. Ateşler içinde kalan hayatımı elime bastırarak söndürmeye çalışıyorum. Yanan bir kibrit olsa eyvallah. Dağlara, taşlara hükmeden bir yangını nasıl söndüreyim ellerimle?

İnsanoğlu çoğu zaman bir şeyi istemek ve istememek arasında sıkça mekik dokur. O mekikler giderek aşılmayan bir dağ gibi olur. Oluşan bu dağın katmanlarında sadece kişinin düşünceleri vardır. Kimi zaman kişi o dağın altında yıkılır kalır kimi zaman ise dağdan vazgeçer. Anlaşıldığı üzere topluluk ise dağı geçmeyi başarır. Şuanda da olduğu gibi bende onu yaşıyordum.

Rüzgar bazen nereden eserse oraya sürükleniyoruz. Bu döngü hep böyleydi benim için, itilip kakılarak büyütülmüş küçük bir kız çocuğundan en fazla ne bekleyebilirsiniz ki? Bazen beklentiler bizi hayal kırıklığına uğratırken, bazen o beklentilerin içersindeki en ufak şey seni mutlu etmeye yetiyor da artıyor. Peki ben bu beklentiler içersinde o ufak mutluluğu bulabilecek miydim? O mutluluk bana uğrayacak yahut bana yakışacak mıydı? Düşünceler içersinde boğulmak, anlamsızlıklarla dolu bir odada olmak, belirsizliklerin ve nedensizliklarin hiç mi bir açıklaması yoktu?

Ben bu olanlar ile nasıl baş edecektim? Ben bu adam ile nasıl başa çıkacaktım? İçimde ki bu çıkmaz yol beni ipliklerimden ayırıyordu. Uzandırıldığım yatakta hafifçe kıpırdanmaya başlamıştım doğrulmaya çalıştığım zaman başıma giren ağrı ile yerime mıh gibi çakılmıştım.
Bileklerim.
Bileklerimi zincir ile bağlamıştı.

Bileklerimi zincir ile bağlamıştı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
DİKKAT ABİM!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin