1. Bölüm: "Bugün de böyle yürüdüm."

29.7K 1.1K 59
                                    

Ardı arkası kesilmeksizin çalan alarmlar sonrası nihayet tükenen uykumla vedalaşıp uyandım. Bir sonraki adım olarak üzerimdeki yorganı bir kenara atmak, âdeta bir kayayı kaldırmak kadar güç bir uğraş gibi geldi. Zira içine girebileceğiniz sıcacık bir yatağa sahipseniz, sabahları onunla vedalaşmak zor oluyordu. Bilhassa saatler bir hayli erken ve havalar bu denli soğukken.

Neyse ki bu aşamadan sonra her şey süratle ilerledi. Elimi yüzümü yıkadım, üzerimi giyindim. Seçtiğim elbiseyle uyumlu olacak şekilde siyah ipek bir şalı örttüm. Dün akşamdan hazırladığım çantamı da aldığımda, çıkmak için hazırdım.

Evden ayrılmak üzere merdivenleri usulca indim. Babam kalp rahatsızlığından ötürü hiç aksatmadığı sabah yürüyüşü için çıkmış olmalıydı. Annemi ise mutfakta bulmayı bekledim çünkü bu saate kadar uyumazdı. Ancak yoktu. Sonra bugünün mahallenin çarşı günü olduğunu anımsadım. Erkenden gitmiş olmalıydı.

İkisiyle de vedalaşamayacağımı kabullendiğimde işime koyuldum. Ayakkabı dolabından uygun bir tanesini seçmekle meşgulken evin telefonu çalmaya başladı. Bu işi ertelemek mecburiyetinde kalarak hızlı adımlarla telefona yöneldim. Nefes nefese kalmıştım. "Alo?"

"Leyla?"

Derin bir soluk vermek mecburiyetinde kaldım. Beklenmedik bir andı benim için. Daha doğrusu beklenmedik bir insandı. Sesimin çıkıp çıkmayacağı noktasında tereddütte kalsam da sonunda dudaklarımı aralamanın üstesinden gelebildim. "Evet," dedim. "Benim, Ömer." Kısa bir an duraksadım. "Nasılsın?"

"İyiyim çok şükür. Sen nasılsın? Nasıl gidiyor?"

"Ben de iyiyim. Her şey bıraktığın gibi. Bir değişiklik yok." Aslında vardı. Çok değişiklikler vardı. Ama bunlar tamamen benimle ilgiliydi, beni bağlayan değişikliklerdi. Bu yüzden bahsetmedim. Vaktini almaya layık görmedim.

"Anladım."

Aramızda bir sessizlik oluştu. Sonra tekrar konuşan o oldu. "Gülten teyzeyle konuşacaktım. Evde yok mu?"

"Yok, maalesef. Çarşıya gitmiş olması lazım."

"Anladım. Neyse, olsun. Fırsat bulunca yine ararım nasıl olsa. Selamlarımı iletirsin."

"Baş üstüne."

"Allah'a emanet."

Asıl sen, dedim içimden. Dudaklarımı araladığımda kısık çıktı sesim. "Sen de."

Tek bir nasılsın sorusuyla yetinmiştim. Oysa sormak istediğim ne çok soru vardı. Orada havalar nasıl, üşüyor musun, yoruluyor musun, uyuyabiliyor musun, uyanabiliyor musun, ne yiyip ne içiyorsun... Hepsini merak edip de özetin özeti olan bir nasılsın sorusuyla yetinmek hayli güçtü. Ama el mecburdu.

Sertçe yutkunmak yoluyla sorularımı yutmamın ardından evden ayrıldım. Dışarıda kuvvetle esen rüzgâr yanaklarımı ısırmaya başladığında, biraz daha iyi hissettiğim su götürmez bir gerçekti.

Otobüs durağına adımlamaya başladım. Yürümek güzeldi. Hatta bazen ilaç vazifesi gördüğü oluyordu. Sanki her şeyi, her düşünceyi ardında bırakmak ister gibi yürümekten bahsediyorum ama. Öylesine yürümekten değil. Bir sokağı aşarken, aslında semtteki bir sokağı değil, zihnindeki karmakarış olan sokağı aşmak ister gibi hevesle yürürken. Buna inanarak yürürken... Bugün böyle yürüdüm. Daha doğrusu, bugün de böyle yürüdüm.

Evimizin bulunduğu sokağın köşe başındaki, kendi halinde küçük ama yıllarımın içinde geçtiği mahalle kütüphanemize vardığımda tuhaf bir alışkanlık gereği penceresinden içeri şöyle bir bakındım. Görevli abla haricinde kimsecikler yoktu. Her zamanki gibi. Benim gittiğim yıllarda da tıpkı böyle boş kalırdı...

SOLMASIN RUHUMUZ -Haziran'da raflardaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin