Bölümde de geçen şarkıyı medyaya ekledim. Dilerseniz dinlersiniz.
Koskoca caddede bir ben birde apartman duvarının dibinde uyuyan koca sarı köpek vardı. Gecenin bir körü olduğu için normaldi ama etrafımda ilk defa iki üç insan istemiştim. Onlara bakıp gittiğim yeri unutmak istiyordum ama avcumun içindeki sıkıca tuttuğum anahtarla ben baş başaydım.
Sessizce bir köşeyi daha döndüğümde sırtımdaki çantam sanki daha ağırlaşmış beni geriye doğru çekmeye başlamıştı. Yandaki dükkanın kepenk indirilmiş kapısına elimi yaslayıp durakladım. Evden çıkalı oluyordu bir saat. Navigasyona kutudan çıkan adresi yazmış ve bu bir saat boyunca yürümüştüm yol tarifince. Diğer elimdeki telefonun ekranını açıp baktım. Beş dakika kalmıştı varacağım noktaya. Ayak tabanlarım ağrımıştı ağrımasına ama bir saat daha yürüyecek yolumun kaldığını öğrenmek beni daha mutlu ederdi şu an. Elimdeki anahtar kepenke değip ses çıkarana kadar orada durmaya devam ettim.
Hedefinize ulaştınız deyip kapanan haritamla telefonumu cebime atıp başımı kaldırdım. Önümde dikilen 6-7 katlı apartmanı süzdüm boş gözlerle. Avcumdaki anahtarlar tenime tekrar battığında ilerleyip siyah demir kapıyı açtım. Asansörü es geçip merdivenlere yöneldim. Tüm basamakları tek tek saya saya çıkıp beşinci kata geldiğimde durdum. Bir katında üç daire olan şu eski İstanbul apartmanlarındaydım. Kıvrımlı merdivenleri ve uzun koridorları olan. 12 numaralı dairenin önünde durdum. Anahtarla mı girseydim yoksa kapıyı mı çalsaydım? Evde olmalıydı abim.
...abim, Atalay.
Siktir.
Yapamam.
Tüm vücudum bir ürpertiyle sarsıldığında geriye doğru sendeleyerek iki adım atmıştım. Farkındalığı yeni gelmişti. Kapının ardındaki adam öldü diye bildiğim beraber büyüdüğüm daha fazla dondurma için kavga ettiğim ve her defasında kıyamayıp bana kendi hakkını da veren abimdi. Şok bedenimi sadece birkaç saniyeliğine terk ettiğinde hışımla merdivenlere koşup çıktığım katları tek tek inmeye başladım. Son bir kat kaldığında nefes nefese durup duvara yaslandım. Durduğum basamağa doğru çöküp oturduğumda parmaklarımla ağrıyan şakaklarımı ovuşturdum. Bir işe yaramayınca karnıma doğru çektiğim dizlerime sarılıp öyle kaldım. Başımı da bacaklarıma gömdüğümde küçük güvenli bir koza haline gelmiştim. Dizlerime çarpan sıcak nefesime odaklanıp bir kaç dakika sadece nefes seslerimi dinledim. Buraya gelene kadar baloncuğum patlamamıştı ama anlaşılan daha fazla da dayanamamıştı.
Kendimi biraz daha iyi hissettiğimde önce başımı sonra yavaşça bacaklarımı düzelttim. Ellerimi iki yanıma koyup destekle kendimi yerden kaldırdım. Geriye dönüp başımı yerden kaldırmadan merdivenleri çıkmaya başladım tekrardan. Kata ulaştığım da vazgeçmeyim diye koşar adımlarla kapıya ilerleyip elimdeki anahtarla açıp içeriye girdim. Kapıyı o hışımla biraz sert kapattığımdan içerideki geldiğimi kesinlikle duymuştu ama zaten beni bekliyordu. Hızımı kesmeden sırtımdaki çantayı kapının yanına bırakıp ayakkabılarımı çıkardım. Holü geçip odanın kapısının önünde durduğum da elim kulpta asılı kalmıştı. Son bir gayretle kulpa hafifçe yüklenerek kapıyı açtım.
Gözlerim onun olduğu yeri biliyormuş gibi direk köşedeki tekli koltukta oturan ve yeri izleyen abimin üzerinde durduğunda göğsümün üzerindeki o kaya yuvarlana yuvarlana ayrılmıştı vücudumdan. Yıllardır içime çektiğim o ağrılı nefes rahatça dolunca ciğerlerime geçtiği her yeri yakmıştı.
"Ne ağlarsın benim zülfü siyahım,
Bu da gelir bu da geçer ağlama,"Abim başını kaldırıp da kulağıma yeni dolan taş plaktan çalan müziğe yüzüme baka baka eşlik ettiğinde ve gözleriyle ıslak olduğunu yeni fark ettiğim yanaklarımı gösterdiğinde avuç içimle kurulamaya çalıştım yanağımı. Babam öldüğünde anneme o zamanlar söylediği türküydü bu. Beni ayakta tutan o sinir şimdi içimde bir yerlerde yerine sinmişti.