twenty one

42 8 0
                                    

"Yemin ederim beynim eridi, kulaklarımdan akacak birazdan."
Konuşan kişiyi söylememe gerek yoktu sanırım?

"Al benden de o kadar."
Kafasını masaya koyan Min-Ji ile bir ara vermenin tam zamanı olduğunu anlamıştım.

"Ne mızmız çıktınız arkadaş, neyse dua edin ki merhametli biriyim."

"Aynen baya öylesin."
Min Joon'a gözlerimi devirip oturduğum yerden kalktım, "Size yemek hazırladım demek isterdim ama... Maalesef."

"Misafirperverliğin gözlerimi yaşartıyor." dedi Dong-min, kaşlarımı çattım.

"Kendinizi misafirden mi sayıyorsunuz salaklar? Bakın mutfak orada." dedim ve salonun solunu gösterdim, sanki bilmiyorlarmış gibi. "Şaka şaka size kıyak geçiyorum, abur cubur zulama saldırabilirsiniz."

"Harbi mi lan?" Min Joon bana inanamaz gibi baktı, "Tarihleri falan mı geçti yoksa, böyle bir şeyi asla yapmazsın."

Min-Ji'nin konuşmasıyla gözlerimi devirdim, "Sizden ne zaman bir şey esirgedim lan nankör köpekler. Vazgeçtim vermiyorum bok yersiniz."

Ayakta durmak beni yorunca koltuğa uzandım, aralıksız üç saattir ders çalışıyorduk ve beyinlerinden yanık kokusunun geldiğinin farkındaydım. "Dong-min sen yiyebilirsin şekerim." dedim ve hâlâ kendine gelememiş olan Dong-min'e bir öpücük attım, yüzünü buruşturdu. "Ne yapayım senin tarihi geçmiş abur cubur zulanı ben paçoz?"

Bunu düşünen sadece ben miydim bilmiyorum ancak acilen bir dizide huysuz ve çekilmez zengin orta yaşlı kadın rolü vermelilerdi ona, beni sinir etmek için sık sık büründüğü bir kişilikti çünkü.

"Sikerler öyle işi laf ağızdan bir kere çıkar."

"Düzgün konuş salak."

Min Joon kafasına doğru fırlatmaya çalıştığım yastığı bana geri fırlatıp koşar adımlarla kendini mutfağa attı, "Paraya kıymışsın lan harbi, Dong-min çok pişman olacaksın."

O orada söylenedururken çalan kapıyla Min-Ji'ye döndüm, "Pişt, sen açsana."

"Banane niye ben açıyorum sen daha yakınsın?"

"Ama ilk ben söyledim."

"En yakın kimse o yapar kural budur."

Omuzlarımı düşürdüm, kural buydu.
Büyük bir ihtimalle Jung Woo gelmişti, yavaşça ayaklanıp pek de uzakta olmayan kapıyı açtım ve elindeki poşetle bana bakan arkadaşımı karşıladım.

"Günaydın yakışıklı." dedim, "Aaa ne getirdin bana hiç gerek yoktu." dedim elindeki poşeti çekiştirirken, evet, hiç utanmam yoktu.

"Günaydın." dedi, sesi bile yeni uyandığını belli ediyordu. Dün en çok o yorulmuştu, hem tüm işlerde bize yardım etmiş hem de evi benimkine uzak olmasına rağmen beni bırakıp öyle dönmüştü.

Poşete baktığımda gördüğüm pizza kutuları ile sırıttım, "Min Joon sen orda cips kemirmeye devam et, biz pizza yiyeceğiz!" diye sesimi yükselttim.

Min Joon ile sürekli böyleydik, birbirimiz ile uğraşabileceğimiz hiçbir anı kaçırmazdık ama birbirimizden kopamazdık da.

"Kahpe Jung Woo bana da almışsındır umarım, yani canını seviyorsan almışsındır?"

Havaya savurduğu boş tehtid ile Jung Woo kaşlarını kaldırdı, "Aldım beleşçi gel zıkkımlan."

Elimi göğsümün üzerine koydum, "Ah, bekleyin lütfen. İyi bir ev sahibi olup size kola getirmeme izin verin."

"Seri ol kızım pizzalar soğuyacak."
Dong-min'e gözlerimi devirip kolasına tükürmeyi içimden geçirsem de kendimi dizginledim.

Tepsiyle birlikte kolaları götürdüğümde çoktan test kitaplarını bir köşeye ittirip yemeğe yumulduklarını gördüm. "Buyrun efendim." dedim bir garson edasıyla.

"Bir bölüm dizi izlesek nasıl olur?"
Kafamı iki yana salladım, "Olmaz Min-Ji, yemek bittiği gibi derse devam edeceğiz."

Elbette ders çalışmaktan bıkan üçlünün dediği olmuş ve sadece beşi beraberken izlenen o Hint dizisinde kaldıkları bölümü açmışlardı, Eun-sun her ne kadar onları ders çalışmaya ikna edemediği için sinirli olsa da arkadaşları onun sinirinin saman alevi gibi olduğunu bilirlerdi.
Bay Cheong eve gelene kadar devam eden bu eğlence, kızların odaya çıkmasıyla son bulmuştu.

afterglow ~yarı texting~ jjkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin