fourty five

31 4 0
                                    

Ertesi gün

Nefesimi tutup zili çaldım, Dong-min'e sugar daddy dediğime bakmayın asıl sugar daddy babasıydı. Nasılsa para ondan geliyordu.

Maddi durumu iyi olduğundan çar çur etmesini de iyi biliyordu pezevenk.

Kapıyı ev sahibi triplerine girmiş arkadaşımız Dong-min açtı, beni görünce gözlerini kocaman açsa da "Omo, gelmişsin." dedikten sonra beni içeri çekip kocaman sarıldı, koca bir bebek gibiydi ve ona kıyamıyordum. Ama yine de gardımı düşürmeden "Size gelmedim, turta var demiştin."

O beni boğacak kadar sıkı sarılırken sesimi duyan bizimkiler de girişe toplanmışlardı, "Çekil de biz de sarılalım şerefsiz."

Min Joon her zamanki tavrıyla beni Dong-min'den ayırıp aynı şekilde sarıldı, sonra da Min-Ji.. "Niye haber vermedin geleceğini lan?" diye kulağıma doğru söylenmeyi de unutmamıştı.

Geriye kapının kenarına yaslanmış Jung Woo kalmıştı, ne yapacağımı bilmiyordum açıkçası, ona sarılsa mıydım? Bana sarılmak için atak yapacak mıydı?

"Hoşgeldin." dedi sadece, elleri cebindeydi. Belki de ben rahatsız olmayayım diye sarılmak için kollarını kaldırmamıştı.

Aramızdaki gerginliği bozan şey ise gelen Hana teyze olmuştu, "Eun-sun, geldin mi kızım?" dedi anaç bir tavırla ve sarılıp yanaklarımı öptü, "Bu deliler senin hakkında konuşuyorlardı benden duymuş olma ama.."

"Ya anne ya!" Dong-min'in yakarışına karşı güldüm, sanki konuştuklarını bilmiyordum.

"Neyse neyse, geçin bakayım oturma odasına, mis gibi şeyler hazırladım."

Sırayla koltuklara oturduğumuzda soruyu soran Min Joon oldu, "Kanka gelmeyeceğim demiştin?"

Kaşlarımı kaldırdım, "Gideyim istersen?"

"Gitme gitme, böyle çok güzel hep beraberiz." bana taş atmadan cümle kurduğunda değişik hissettsem de güldüm sadece, o ise kalkıp yanıma oturdu.

"Siz ikiniz arasında.. değişik bir soğukluk var."

Dong-min Jung Woo ve ikimizi işaret edip elini çenesine koydu, "Bir şey olduğu yok." diye geçiştirdim.

"Aynen. Yok."

Bir süre gündelik şeylerden konuştuk, Hana teyze bizi mutfağa çağırdığında ise tıka basa karnımızı doyurup tekrar koltuklara döndük, "Ee Eun-sun..." dedi masum bir sesle Min Joon, "Jungkook. Ne iş?"

Konunun bir şekilde buraya geleceğini tahmin etmeliydim, "Bir iş yok, arkadaşım."

"Niye arkadaşın?" Dong-min'e döndüm, "Söylediğin şeyi duyabiliyor musun?"

"Kızma tamam, bir şey demedim."
O kollarını birbirine dolarken sözü gün boyunca benimle muhatap olmamayı tercih etmiş olan Jung Woo aldı, "Okul sitesinde manşet atmışlar sevgililer diye."

Omuzlarımı silktim, "N'apayım?"

Öne doğru geldi, "Ne mi? Herkes sizi sevgili sanıyor."

"Ee, istediklerini düşünebilirler. Siz olmadığımızı bilmiyor musunuz?"

"Kankicim bu gidişle o da olacak gibi sanki ama sen bilirsin."

"O kadarını olursak dert ederiz Min Joon."

"Ha olmayı düşünüyorsun yani?" Jung Woo'dan gelen ikinci taş ile iç çektim, "Yalan mı söyleyeceğim? Olabilir de olmayabilir de."

"Daha yeni tanıştınız. Ne çıkması?" Bu sefer konuşan Dong-min'di, "Yarın gidip evleniyoruz demiyorum farkındaysanız, on sekiz olacağım neredeyse. Çocuk değilim akıl vermenize ihtiyacım yok."

"Belli ediyorsun ihtiyacın olmadığını zaten."

"Yeter Jung Woo, cidden yeter. Derdin ne senin?"

"Sen.." ayağa kalktı, "Çok iyi biliyorsun benim derdimin ne olduğunu."

afterglow ~yarı texting~ jjkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin