"Burada dursak mı biraz?" Etrafa bakındım gözlerimi kısıp. Herhangi bir tehlike yok gibiydi. Zaten yorgunluktan ve susuzluktan bayılıp kalmadan önce durmamız gerekiyordu. Açlığa bir yere kadar tahammül edebilirdim, lakin bu sıcak tahammül seviyemi oldukça dibe çekiyordu.
"Çocuklar da acıktı." Kadının adı Uygu'ydu. Bu güne kadar hiç ismini sormadığım askerin adı da Ulus.
"Tamam." dedim sıcaktan kavrulmuş dudaklarımı yalayıp.
"Sen de bir şeyler yemelisin artık Mavi."
"Market bulunca." dedim, suyu tepeme dikip. Suyumuz vardı. Lakin yemeği sadece onlar getirmişti. Üç çocuktan önce, herhangi bir yiyecek belirtisi bulup bulamayacağımdan emin olmadan, ben yiyemezdim ki.
"Bayılıp kalacaksın."
"Ne kadar dayanıklı olduğumu bilsen, aklın şaşar." dedim Yosun'a bakıp. Benim için bir sorun değildi aç kalmak. Günlerce kalmıştım. Aç, susuz. Sonunun ne olacağını bilmeden. Etrafım ölü askerlerle doluyken.
"Hey! Yardım... Yardım edin." Sesi duyduğumda bıçağı kaldırıp o yöne baktım.
"Kamin'i kurtaran doktor değil mi bu? Dur." dedi Uygu önüme geçip. Tanıyorum onu."
Bıçağı yine de bırakmadan, adamın bize yaklaşmasını bekledim.
"Arkadaşım yaralı. Lütfen yardım edin."
Yosun bana bakıp kafasını iki yana sallarken, ona doğru yaklaştım.
"Nerde?"
*****
"İlk Yardım malzemeleri almak kimsenin aklına gelmez gerçekten. Doktor musunuz siz de?"
"Hayır." dedim, bezi kızın karnına biraz daha bastirirken. Diğerleri çocukları alıp uzaklaşmışlardi. Kiz, her hareketimizde biraz daha fazla çığlık atıyordu çünkü.
"Ben de almıştım aslında yanima. Ama.. Ne işlerine yarayacaksa, çalmışlar onu da."
"Arkadaşınızı da onlar mı bıçakladı?"
"Evet." dediğinde kanım donmuştu. Birbirlerini öldürecek hale gelmişti insanlar... "Bıçağı çıkartınca daha çok bastır, olur mu?"
Başımı aşağı yukarı salladım anladığımı belli edercesine. Derin bir nefes verip bıçağı çekti, kızın çığlıkları eşliğinde. Sonrasında bayılmıştı. Bu sırada da adamın işi bitmişti bile.
"Ne kadar idare eder bilmiyorum."
"Dikişler mi?"
"Hayır. O." Kızı işaret ettiğinde, bembeyaz olan yüzüne baktım. Pek idare edecege benzemiyordu.
"Aslinda yakınlarda bir market var. Büyük bir yer. İçinden ilk yardım malzemesi de çıkar diye defalarca denedim ama camı bile çatlamadi." dediğinde "Nerde?" diye sordum.
"Güçsüz bir erkeğe mi benziyorum?"
"Özel harekat Tim Komutanıyım." dedim sabit bir sesle. "Sence açmayı bilmiyor olabilir miyim?"
"İlerde."
"Kızı taşımak için bir şey bulmalıyız. Çok uzak değilse bizimkiler başında dursun. Sen de bana marketi göster." dediğimde kafasını salladı.
"Arkadaşımı onlara mı emanet edeyim?"
"Bizimkilerin çocuğunu sen kurtarmışsin. Öyle söyledi. Yoksa çoktan öldürmüştüm ikinizi de. Yani, benden daha çok emanet edebilirsin. Üstelik Ulus da asker. Yani onu senden daha iyi koruyabilir."
"Tamam. Çağır da gidelim."
Markete ulaştığımızda etrafıma bakındım. Kimse yoktu. Araçların geçiş yolu üzerinde açılan büyük bir marketti ve uzun zamandır araçlar olmadığı için, terk edileli de uzun zaman olmalıydı.
"Hadi, göster bakalım marifetini." dediğinde ters ters ona baktıktan sonra, camı inceledim. Sonra da elime bir taş aldım.
"Kaya attım ben be. Kaya. Küçük taşla mı kıracaksın camı?"
"Atmak mı?" deyip taşın sivri ucunu cama sürttüm güvenlik açığı boyunca. Bir kaç kez tıklayıp geriye çekildim. Daha sonra da camın tuzla buz olup ayaklarımın altına düşmesini seyrettim. "Bazen güçlü olmak da işe yaramaz pek. Gördüğünüz üzere." diyerek elimle işaret ettim girmesi için.
"Sen sola git, malzemeleri al. Ben de yiyecekler ne durumda bir bakayım."
"Malzemelerin o tarafta olduğunu da kim söyledi?"
"İnsanlar içeriye girer girmez sağa yönelir. Bu yüzden, temel yiyecek gıdalar oradan başlar." dedim, elimdeki bıçağı ona uzatıp. "Bir şey olursa, bağırmaktan da bunu kullanmaktan da çekinme."
"Sende ikincisi var mı peki?"
"Çıplak elle de adam öldürebilirim. İnan bana." dedim, arkamı dönüp yürümeye başlarken. Aslında onda da vardı o potansiyel. En azından fiziksel olarak. Sıska bir adam sayılmazdı. Benim aksime, iki elimi de tek avcunun içine alabilecek kocaman elleri, benim de boyum uzun olmasina rağmen yan yana yürürken bir kafa boyu kadar uzun boyu, süs bebeklerine tezat oluşturur bir biçimde bembeyaz olmak için parlayan erkeklerin aksine kumral bir teni ve gayet fit bir vücudu vardı. Aslında, karşısına bir kadın çıkarsa, bir çift siyah inciye benzeyen kapkara bakışlarıyla da bayıltabilirdi. Tek tek inceleyince değil belki ama, hepsi birleşince yakışıklı bir adama dönüşüyordu. İlk bakışta etkilenilebilirdi karşısındaki. Sonrası için şansının yaver gitmesi lazımdı sadece.
Koca bir alışveriş sepeti alıp, bozulmadığından emin olduğum yiyecekleri ona doldururken "Hey!" diye bir ses duydum. "Endişelenme, sadece buradaki bisikletin emniyetini açamadım." Önümdeki diğer şeyleri de doldurarak o yöne doğru gittim. Oyuncak araba ve bebekleri görünce durdum. Sonra da birer tane onlardan da aldım. Çocuklar yol boyunca birazcik da olsa oyalanabilirdi belki.
"Barbie mi?"
"Evet. Çok severim. Her genç kızın rüyası sonuçta." dedim, sabit bir sesle, bir yandan da bisikletin bağlı olduğu emniyeti inceleyerek. Dağ bisikletiydi. Ve bir tane de Ulus'un çocuklarından biri için kendime sepet alsam iyi olabilirdi. Üçü o sepete zor sığıyordu çünkü. Sürmesi de zorlaşıyor olmalıydı bu durumda.
Etrafıma bakınıp çivileri önüme döktüm. İkisini emniyetin anahtar yerine iyice soktuktan sonra, çekici alıp emniyeti ayağımla sabitlerken, hızlıca vurdum.
"İşte oldu."
"Hırsız olmadığından emin miyiz zamanında?"
"Espiri miydi?" diye sorduğumda başını aşağı yukarı salladı hızla. "Bir daha olmasın."
"Ağrı kesicilerden giderken bize de bırakır mısın? Burda yoklar."
"Giderken mi? Ulus tarlalara gidiyor, orada arkadaşını iyileştirecek biri olabilir. İstersen gelebilirsin. Yani, sen bilirsin. Ben, başka yetkili yer bilmediğim için söylüyorum. Biliyorsan..."
"Aslında biliyorum, ama pusula bile çalışmazken bulmak pek de kolay olmuyor."
"Orada birini bulamazsak, istediğin yere götürebilirim sizi." dedim omuz silkerken.
"Peki neden?"
"Ne?"
"Yolda gördüğün biriyim ben, adımı bile bilmiyorsun. Neden işte?"
"Beni gördüğünde yaralı olsam, müdahale etmez miydin yani, adımı bile bilmiyorsun diye?" Sorarcasına ona baktığımda, "Tamam." dedi ellerini yukarı kaldırıp. "Sanırım haklısın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YIL 2817
Science FictionMerhaba: Orada yıl kaç bilmiyorum, ama burada 2817. Böyle bakınca uçan arabalar, beynine takılan çip ile bilgisayara dönmüş insanlar ve hatta ışınlanma sayesinde yürümeyi unutmuş bir gençlik hayal edebilirsiniz. O zaman size tam da şu an önümdeki d...