"Kan mı o?"
"Merak etme, ölmüyorum."
"Sen espri yapmasan mı ya?" diyerek kolunu çekip yaraya baktım. "Kavga ederken mi oldu?"
"E Ulus'a koşan adamın elindeki bıçağı düşürdün, bana gelmedin." dediğinde gözlerimi devirdim, bir yandan da yaraya bakarken.
"Ulus sadece haberci. Bir kaç basit kendini koruma tekniği dışında dövüş bilmez. Çocuklarının önünde bir şey olmasına izin veremezdim. O yüzden o an ona yöneldim. Sen başının çaresine bakıyor gibi gözüktün."
"Baktım." dediğinde, çantadan onun verdiği malzemeleri pamuğa döküp koluna sürdüm.
"Evet, baya belli oluyor."
"E işte ölmedim dediğimde kızıyorsun."
"Dikişe falan gerek yok, değil mi? Atamam çünkü."
"Kendim dikebilirim. Ama gerek yok gibi." derken, ateşe tuttuğu bıçakla gazlı bez kesiyordu.
"Bir yerin mi kanıyor?" diyerek yanımıza geldi en küçük kız. "Ölecek misin?"
"Ölmek mi? O da nerden çıktı?"
"Bir yeri kanayanlar ölüyor ya."
"Hayır. Ölmeyeceğim." diyerek ona baktı Buğra.
"Iyi." diyerek omuz silkti ve uzaklaştı yanımızdan.
"Bu da neydi?"
"Saçma sapan çizgi filmler izliyorlardı bence."
"Ha, gel bunu da bağla teknolojiye."
"Yahu teknoloji mi dedim ben? Çizgi film dedim. Hem yalan mı? Tabletti, telefondu, yok duvardan duvara beş boyutlu televizyonuydu. Ondan kalkan onun başına, ondan kalkan diğerinin karşısına."
"Tamam." dedim, derin bir nefes alıp, sesli bir şekilde geri verirken. Bir yandan da ucunu tuttuğu bezi koluna sarıyordum.
"Ne tamam?"
"Seninle bunu tartışmak istemiyorum. Sus artık tamamı."
"Ha, öyle. Tamam." dediğinde gülmemek için kendisini zor tutuyordu. Başımı hafifçe iki yana sallayıp işim bitince kalktım yanından, Yosun'un yanına gitmek için.
"Miden nasıl?"
"İyiyim. Ayrıca sorup durma. Üzülüyorum."
"Ben de bana haber vermeden ve arkamdan iş çevirerek yaptığın şeyleri duyunca üzüldüm." dediğimde gözlerini gözlerime dikti.
"Özür dilerim."
"Daha çok laf sokacağım."
"Hiç şüphem yok." dediğinde ikimizde gülümsedik. "Mavi. Ben çok özledim seni." dedi sonra durup dururken.
"Ne?"
"Tüm bunlar. Bu karışıklık. Olan biten falan. Şımarıklık belki, hatta kesinlikle öyle, ama işte." dediğinde "Anladım." dedim.
"Gerçekten mi?"
"Yosun, seni en iyi ben anlarım. Biliyorsun."
"Biliyorum." dedi iç çekerek. "Sadece, bazen kaldıramıyorum galiba."
"Onu da biliyorum."
"Ben de nöbet tutayım mı bu gece?" dediğinde kahkaha attım. "Ne?"
"Canım, şu ana kadar önemli bir şey olmadı, ama olsa, yahu diyelim ki bi hayvan gelse, ne yapacaksın?"
"Gel pisi pisi der severim." derken, o da kahkaha atıyordu. "Yahu adam gibi hayvan mı kaldı dünyada?"
"Örümcekler hâlâ yerli yerinde." deyip kaşlarımı kaldırdığımda, boynunu hızla sağa sola yatırıp kaşınmaya başlamıştı. "Ne oldu korkusuz kahraman, bi huylandin gibi?"
"Iyi tarafından bak. Bu gece istesem de uyuyamayacağım."
"Iyi ya, birlikte nöbet tutarız. Örümcekler beni yerse de, mükemmel bir kahraman olarak kurtarırsın beni."
"Ya deme işte her dakika."
"Tamam tamam. Yara yapacaksın yer yerini." dedim kolunu tutup. "Hadi kalk ateş yak bana."
"Ben yatıyorum o zaman." diyerek bize seslenen Ulus'un arkasından "Koruma baya sağlam. Ben de." deyip çadırına girdi Buğra.
Ateşi yakıp, ben üstüne odun atarken "Bununla ne iş?" diye soran Yosun'a baktım.
"Anlamadım?"
"Şaşırmadım." Gözlerini devirip "Şu doktor diyorum." dedi. "Arkadaşı için bizimleydi."
"Öldü diye tek mi kalsın? Belki tarlalarda tanıdık bulurum ümidiyle geliyor, belki de ordan sonra yolu bulurum diye."
"Kalmasın. Ben de onu diyorum." İmalı bir şekilde bana baktığında "De get lan." dedim sessizce. "Delirdin herhalde."
"Benimle de konuşabilir. Ki, muhabbetim senden daha iyidir, bunu ikimiz de biliyoruz. Bu durumda, neden sen?"
"Hoşlandın mı ondan?" diye sorduğumda elinde ip varmış da kendini asıyormuş gibi yapıp başını sağa yatırarak dilini dışarı çıkarttı. "E ne o zaman?"
"Hoşlanması gereken ben miyim sence?"
"Tercihen."
"Of Mavi ya. Ne zaman erkek muhabbeti yapacağız seninle?"
"Benimle mi? Hangi erkek?" dediğimde kahkaha atmıştı.
"Bıktım senden ama artık ben ya."
"Yosuncum, canım. Sence şu an tek derdim erkek arkadaş gibi mi duruyor?"
"Evet. Bulunduğumuz durum pek iç açıcı değil. Hatta, belki hiç değil. Belki dünyanın sonu falan. Ama yine de, tek bir günümüz bile kalmış olsa, mutlu olarak ölmek bizim de hakkımız değil mi?"
"Ha sen erkek arkadaşlarını özledin." dedim sırıtarak. "Neydi şu sonuncunun adı?"
"Mavi!" derken, eliyle ince bir dal alıp koluma vurdu. "Yapma şunu."
"Ne var yahu? Mutlu ölmek onun da hakkı değil miydi? Ne vardı mutlu etsen?"
"Of Mavi ya." Elleriyle yüzünü kapatıp kahkaha attı. "Aklıma geldi işte durup dururken."
"Oysa benim hiç aklımdan çıkmıyor turuncu donu." dediğimde, ikimiz birden kahkaha atmıştık bu kez. İkisi uzun süre internetten konuşmuş, Yosun onu eve davet etmişti. Birazdan içeri girer tanışırım diyerek üçümüze de kahve yapmak için mutfaktaydım. Yosun da yanıma gelmiş, birlikte salona girmiştik. Tepsiye birlikte kahveleri de yere boca ettiğimi, Yosun'un çocuğun giyinmesine bile izin vermeden, benim kahkahalarım arasında onu donla kovduğunuve o turuncu donu, asla unutmayacaktım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
YIL 2817
Научная фантастикаMerhaba: Orada yıl kaç bilmiyorum, ama burada 2817. Böyle bakınca uçan arabalar, beynine takılan çip ile bilgisayara dönmüş insanlar ve hatta ışınlanma sayesinde yürümeyi unutmuş bir gençlik hayal edebilirsiniz. O zaman size tam da şu an önümdeki d...