"Siz de meyve kokusu alıyor musunuz yoksa ben delirdim mi?" diyerek havayı içine çekmeye devam etti Ulus.
"Sanki. Şey kokuyor. Şey ya. Vardı ya şu çilli çilli bi meyve. " O kadar uzun zamandır taze bir şey görmemiştik ki, adını dahi unutmuş olmamız oldukça doğaldı.
"Çilek mi? Oha! Evet." Hepimiz derin nefesler alırken, çocuklar şaşkınca bize bakıyordu. Onlar çileği en fazla duş jeli olarak bildiğinden, meyve diye bahsi gecen şeyi tahmin edememeleri normaldi.
"Tarlalar mı sizce?"
"Biri üzerine çilekli duj jeli döküp asla yağmayacak muhtemel yağmuru beklemiyorsa bu sıcakta, öyle gibi." Buğra'ya dönüp başımı umutsuzca iki yana salladıktan sonra bisikletin pedalını çevirmeye devam ettim.
"Yokuş burası. Biraz mola mı versek? Çok azcık." dedi Yosun nefes nefese. "Ben bu yokuşu şu an çıkamam."
"Aslında ben de." dedi Uygu, onaylarcasına başını sallarken. "Tarla da görünmüyor ortalıkta henüz. Uzak olmalı. Önce biraz dinlensek iyi olur."
"Ben gitsem mi?" dediğimde herkes bana bakmıştı onaylamazcasına. "Ne olduğuna bakarım."
"Birlikte bakarız işte sonra. Güneş de tam tepemizde. Kıpırdacak halimiz kalmadı." Bana tek karşı çıkmayan hâlâ Ulus'tu. İlk öğretilen şeylerden biri buydu çünkü bize. Sus, kabul et ve itaat et. Sorgulamak bize göre değildi.
"İyi." Herkes bisikletinden inip gölge bir yer bularak dinlenmeye başlamıştı.
"Bir şeyin mi var?"
"Ne?" diye sorarak Buğra'ya baktım.
"Acele etmek için bir nedenin mi var diye soruyorum."
"Hayır. Sadece... Tarlalara gelmemişsek bir kaç saat de olsa boşuna umutlanmak istemiyorum."
"Umut güzel şeydir aslında. Ayakta tutar insanı."
"Bunca intihar eden, umutsuzluktan mıydı sence?"
"Burdaki insanların intihar etmemiş olması bir umutları olduğu için değil mi sence?" diye sorduğunda gözlerimi onun üzerinden çekmiştim. Benim aynadan görünen zıt karakterim gibiydi. Ne düşünürsem tam aksini düşünmeye yeminli gibi. Ama yine de benim söylediklerimi kabul etmeye, en azından anlamaya çalışıyordu benim aksime. Bense inatçı keçinin tekiydim. Biliyordum. Biliyordum bilmesine de, bu o huyumdan vazgeçeceğim anlamına gelmiyordu tabi ki.
"Siz tam olarak nereye devam edeceksiniz?" Soru benden çok Buğra'ya sorulmuş gibiydi. O yüzden omuz silkip onun cevap vermesini bekledim.
"Benim gitmem gereken yere."
"Yosun?"
"Geri dönüp onu alacağım."
"Bundan şüphem olduğundan değil, ama olur da geri dönme süren uzarsa, onu asla merak etme." diyerek omzumu sıktı Ulus. "Kendi kardeşim yerine koyup gözüm gibi bakacağım ona."
"Biliyorum." diyerek başımı salladım. Emin olmasam ve tabi hanımefendi benden habersiz ameliyat olmuş olmasa, asla bırakmazdım onu.
"Çilekler çok güzel kokuyor." diyerek havayı içine çekip yanıma oturdu Yosun. "Delirmek üzereyim."
"Evet. Kendi leş kokumdan başka bir koku alabilmek güzel." dediğimde güldü.
"Sana losyonlarımı alalım demiştim."
"Tabi canım. Aç kalırsak yerdik. Hayati bir ihtiyaç sonuçta." Bu kez gülümsemesi kahkahaya dönüşmüştü. Tarlalara ulaşabilmiş olma düşüncesi keyfini yerine getirmiş olmalıydı. Benim bir şeyleri başarabilmem en çok onu mutlu etmişti her zaman zaten.
"Dalga geçmesene. Güzel kokmak da bir nevi ihtiyaçtır."
"Ama hayati değildir."
"Ama yine de Çantamda."
"Ciddi olamazsın?" diye sordum gülerken.
"Ne kadar ciddi olduğumu bilsen inanamazsın." Güldüm. Baya baya deli gibi güldüm hem de. Herkes dönüp bana baktı delirdim mi diye. Sonra "İyiyim." dedim. "Delirmedim henüz."
"Bu, bana laf sokmaya bağlanacak gibi bir gülüş."
Yosun'a bakıp "Hiç aklımda yoktu biliyor musun?" dediğimde "Tüh be!" diyerek gülmüştü.
"Benden habersiz daha neler yaptın kim bilir? Yani, ameliyat olmuş insansın sonuçta."
"Losyon. Losyon ya. Bu nasıl ameliyata bağlanabilir arkadaş?"
"Kaşındın." dediğimde güldü.
"Haklısın."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
YIL 2817
Fiksi IlmiahMerhaba: Orada yıl kaç bilmiyorum, ama burada 2817. Böyle bakınca uçan arabalar, beynine takılan çip ile bilgisayara dönmüş insanlar ve hatta ışınlanma sayesinde yürümeyi unutmuş bir gençlik hayal edebilirsiniz. O zaman size tam da şu an önümdeki d...