6

118 22 6
                                    

İkimiz de birbirimize bakarken "Lütfen." dedi kız bir kez daha. "Zaten öleceğim. Daha fazla acı çekmeme izin vermeyin."

"Siz... Siz delirmişsiniz." diyerek çıkan Buğra'ya baktık ikimizde.

"Burada değil. Çocukların yanında değil. Onlara iyileşip gittiğimi söyleyebilirsin. Çocuk onlar. Hemen inanırlar. Hem.. Mutlu bile olurlar." dedi ağlayarak.

"Bak, ben. Yani.." dediğimde "Uzun süredir elimde bu bıçakla geziyorum." dedi. "Kendime saplamayı defalarca denedim. Defalarca. Ölmek, yok olmak falan değil benim için. Ölmenin, kurtuluş olduğunu biliyorum. Ölümden sonra yaşamdan emin değilim, ama yaşarken acı çekmek istemiyorum. Ben de doktorum ve iyileşmeyeceğimi, belki de bu gecenin son olduğunu biliyorum." dedi zar zor nefes alırken." Sadece, çok acı çekiyorum. Anlıyor musun?"

"Hayır." diyerek çadıra geri girdi Buğra. "Olmaz. Anlıyor musun? Gerekirse..." dediğinde, "Gerekirse diye bir cümle yok doktor. Unuttun mu?" diyerek gülümsedi kız. "Keşke yok. Şöyle olsaydı, böyle olmalıydı yok. Kahramanlık yok. Unuttun mu?"

"Kahramanlık mı?" dediğimde, "Beni sesimin duyulmayacağı bir yere götürün." dedi.

"Hayır."

"Tamam."

İkimiz de birbirimize baktığımızda "Neler oluyor?" diyerek yanımıza geldi Ulus.

"Çocukları mı uyandırdık?"

"Hayır. Sessizdiniz. Sadece, Kamin yeni uyudu, ben de tam dalmadığım için..."

"Iyi. Nöbeti devral. Bizim gitmemiz lazım." dediğimde, kaşları çatıldı ve sonra "Aslında ilk gün yapacaktım bu öneriyi." dedi. "Kimse bu kadar çok acı çekmemeli."

"Siz delirdiniz mi?" diyerek kısık bir sesle çıkıştı Buğra. "Tüm bu askerleri tımarhaneden falan mı seçiyorlar?"

"Bu kadar zalimliğe, sence sende yerli yerinde duran o akıl, asıl olmaması gereken değil mi?"

"Zalimlik, senin yaptığına denir."

"İlaçları da yok eden ben miyim? Binlerce insan donduruldu, hastalıklarına çare bulununca hayata döndürulmek için. Tüm teknolojiyi yok edip, onları ölüme terk eden de ben miyim? Nefes darlığı ile doğan çocukların makinasını yok edip, onların ölümüne sebep olan da mı benim?"

"Tut ucundan." diyerek arkadaşını kaldırıp, benim de kaldırmamla birlikte, sessizce taşımaya başladı. İyice uzaklaştığımizdan emin olduktan sonra, yere koymamizla birlikte, elinde tuttuğu bıçağı bana uzattı kız.

"O canını yakar." diyerek, benimkini çıkartıp, gözlerinin içine baktım. "Gözlerini kapat."

"Sen, zalim falan değilsin. Unutma bunu. Olur mu?"

"Olur." diyerek bıçağı göğsüne sapladığımda, başını başka yöne çevirmişti Buğra. Kızın ise anında nefesi kesilmişti.

"Gömecek miyiz?"

"O bir Budist." diyerek, küçük şişeyi açıp üstüne boşalttı. Sonra da, cebindeki kibriti alıp, ateşe verdi cesedi.

"Hayvanların parçalamasından iyidir. Ben Budist değilim, ama ölürsem, aynısını yap. Olur mu?" dediğimde, anlık olarak bana bakmış, daha sonra alev alan cesede çevirmişti bakışlarını.

"Bu, korkunç."

"Ben ölürsem yap dedim. Sen ölürsen yaparım demedim." deyip, yanından geçeceğim sırada kolumu tuttu.

"Bekleyelim."

Orda, öylece bekledik cesedin küle dönüşmesini. Evet. Cesetti. Benim için yaşayanlar vardı, ölüler, cesetler. İsimler ya da kimlikleri önemli değildi. Olmamalıydı. Olursa, dağılıyordu insan. Birinin, sadece ismini bilsen dahi, ya da yolda selam vermiş olsan, öldüğünde ağlayabiliyordun. Ağlamak kötüydü. Ağlamak, zayıflıkti. Üstelik, avazın çıktığı kadar bağırsan da, ağlasan da, gidenler geri gelmiyordu.

Geri döndüğümüzde o nöbeti devralmış, bense uyumak için onun çadırına gitmiştim. Yosun'un yanına gidemezdim, nöbeti devralirken beni uyandıracagi zaman, o da uyanabilirdi. Ya da ben uyandırabilirdim onu, omzunda ağlamak için. Ama yapamazdım. Yapmamalıydim. Çocuklar gitti bilecekti onu, geri kalanlar ise -Üçümüz hariç- öldü. Yosun, henüz bu kadar gaddar olduğumu bilmiyordu. Kaldırabilir miydi, işte ben de bunu bilmiyordum.

YIL 2817Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin