"İyi misin?"
"Birazdan sinir krizi geçirecek olmam dışında mı? Bence evet." dediğimde gözlerini bana dikti Yosun.
"Saatlerdir yürüyoruz. Sormayayım mı?"
"Bir kaç saat daha böyle susuz yürürsek miden delinebilir. Ben sana soruyor muyum bunu?"
"Bu halde bile laf mı sokuyorsun sen bana!" diyerek şaşkınca bana baktı başını iki yana sallayıp. "İnanılmazsın."
"Kanama durdu. Ağrım da az. Sadece o itleri bulup öldürürsem daha da rahatlarım gibime geliyor." dediğimde "Bisikletlerle coktaaaan yol almışlardır." diyerek sinirle güldü Yosun. Bisikletlerin ikisi hâlâ bizdeydi. Demek ki çok kişi değillerdi ve yine de bizi alt etmişlerdi. Yemin ederim ki öldürecektim. Ellerimle boğacaktım hepsini.
"Serap görmüyorsam market var ilerde." diyerek gözlerini biraz daha kısıp ileriye baktı Buğra. Ben de aynısını yapmıştım ve sonunda...
"Yaşasın. Açınca bayılabilir miyim?" diye sorduğumda ikisi de kaşlarını çatarak bana bakmıştı. "E yoruldum."
Uluslar yanımıza yaklaşınca hepimiz susmuştuk. Markete yöneldiğimizde ise eterleri bulmuştuk önünde. Cam kırılsın diye atmışlardı büyük ihtimalle. Yani, aynı yoldaydik. Eninde sonunda yakalardim hepsini.
Camı kırıp serin olur umuduyla bir kaç adım daha ilerledikten sonra yere oturdum.
"İyi misin?"
"Git kendine su bul." dedim Yosun'a ters ters bakıp.
"Tamam be tamam. Ağız tadıyla endişeleniyorum da." O söylene söylene giderken bir kaç dakika gözlerimi kapattım. Gözlerim açıkken önümde uçuşan yıldızlar şu anda da parlamaya devam ediyorlardı.
"Bir kaç malzeme buldum." diyerek yanıma çöken Buğra'ya baktım gözlerimi açıp. "Merak etme, idare eder bunlar seni."
"Ağrı kesici var mı içlerinde?"
Tabletleri uzatıp "Sadece bunlar." dedi. "İğne bulmak için eczane gerekiyor. Ve bunları içmek için de tok..." dediği anda çoktan içtiğim ilaca baktı. "karnına içmen gerekiyor diyecektim ama neyse. Yiyecek bir şeyler buluruz şimdi." O yarayı tekrar sararken sessizce bekledim. "Tekrar açıp içeriyi dikmemem için bir an önce gerekli malzemeleri bulmalıyız aslında."
"Yeniden açmak derken? Şaka herhalde."
"İstediğin kadar gülebilirsin. Benim için sorun yok." dediğinde gözlerimi devirdim.
"Sen espiri yapma demiştim değil mi daha önce de."
"Komik insanım aslında. Neden gülmüyorsun ki?"
"Aynı zamanda omzuma bastırmaya devam etmiyor olsan düşünebilirim aslında."
"Çok şey istiyorsun bazen." dediğinde gülümsedim. Evet, saçma şeylere gülüyor olabilirdim. Ama ben her gülümsediğimde etrafimdakilerin de gülmesinden de anlaşıldığı üzere doğru yerde gülen bendim.
"İçtim su. Rahatladım mi?" diyerek yanıma gelen Yosun'un arkasından "Ben de içtim." diye bana bakıp onay bekleyen küçük çocuğa baktım.
"Aferin sana."
Buğra "Sanırım çocukları korkutuyorsun." diye fısıldadığında gözlerimi devirmekle yetindim. Neden gerçekten ruhsuz biri olduğumu kabul etmiyordu ki? Böylesi onun için daha kolay olurdu hem.
"Bisiklet var mı içeride?"
"Bir depo var. Açabilirsek bir şeyler bulabiliriz belki."
"Yine mi anahtar!" diyerek söylene söylene kalktım yerimden. Ne zaman meraklı olmuştuk mallarımıza bu kadar? Ya da ne zamandan beri korkutuyordu onları çalmak isteyen insanlar gözümüzü de kırk kilit arkasına saklar olmuştuk kendimizi? Sanırım omzumdaki şu yara, çok iyi bir cevaptı az önceki soruma.
"En azından yiyecek bulamamış şerefsizler. Ben yakalayayım bir. Sonra göstereceğim onlara küçücük çocukların suyuna varana kadar çalmak ne demek?" Bir yandan söylenirken bir yandan da anahtarı baktım. Şifreli eski bir şeydi. Hah! Çok güzel. Bir de bu halime oturup mantık sorusu çözecektim. Mükemmel!
"Doktorlar zeki olmuyor muydu ya?" diyerek Buğra'ya baktığımda omuz silkti.
"Hırsızlık yapmayı öğretmiyorlar genelde."
Bana "Hırsız mısın sen?" diye soran çocuğunu uyaran Uygu'ya seslendim "Ama haklı." diye. "Çocuk beni gördüğünden beri kilit kırıyorum. Ayrıca;" diyerek gözlerimi Buğra'ya diktim. "Örnek olma konusunda pek iyi olduğumuz da söylenemez."
"Ne! Çocuğum mu var benim yahu? Ne bileyim çocukların papağandan hallice olduklarını."
"Bende beş tane var. Ellerinden öper." dediğimde kahkaha attı.
"E sen de bilmiyorsun işte."
"Ama benim de yok." diyen Yosun'a baktım.
"Benim de senin kadar güzel bir kalbim yok. Ne yaparsın."
"Senin mi?" diyerek kahkaha attı. "Mavi koşa koşa gelmese kapıma, iki gün boyunca kapımı kırmaya çalışmasa, o evde ölmüştüm ben. Söylemiş miydim? Ha, yan komşum için de uğraştı aynı zamanda, iki çocuğu var diye. Kapıyı açtığında açlıktan da yorgunluktan da bayılmak üzereydi. Evet, kalpsizsin biraz." dedi gülümseyerek. "Kendini hiç düşünmüyorsun."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
YIL 2817
Science FictionMerhaba: Orada yıl kaç bilmiyorum, ama burada 2817. Böyle bakınca uçan arabalar, beynine takılan çip ile bilgisayara dönmüş insanlar ve hatta ışınlanma sayesinde yürümeyi unutmuş bir gençlik hayal edebilirsiniz. O zaman size tam da şu an önümdeki d...