"Mavi.. Mavi, bak nolur."
"Komutanım." diye bir ses duyduğumda açmıştım gözlerimi içgüdüsel olarak. Ama fazla açık tutamamıştım ne yazık ki. Neler oluyordu böyle?
"Eteri nereden bulmuş bunlar be?"
"Fısfıstır o. O kadar yaklaşsalar Mavi uyanırdı."
"Belki de kan kaybından bayılmıştır." Ne bayılması, ne kan kaybı ya? Ne saçmalıyordu bunlar böyle?
"Yahu uyansana." Yosun'un sesini bir kez daha duyduğumda tekrar açtım gözlerimi zar zor. Bağlıydım. Etrafıma baktım. Hepimiz bağlıydık.
"İyi misin? Nabzını ölçebilir misin bileğinden?"
"Hayır. Ama düğümü açabilirim." dedim boynumu çevirip ellerimin bağlandığı ipe baktığım sırada.
"Kanama durmuş. Oynamasana. Tekrar başlayacak."
"Tekrar bayılmadan önce seni de çözerim. Söz." dedim, acıyla yüzümü buruştururken. Uykumda onlara zorluk çıkartmış olmalıydım. "Başka yaralı var mı?"
"Hayır."
"Iyi." Nasıl uyanmamıştım ben ya? Nasıl! Nasıl yapardım böyle bir hatayı?
Çocukların sessizce benim ipleri çözmemi beklediklerini gördüğümde dişlerimi birbirine bastırıp tekrar harekete geçtim.
"Yahu zorlamasana." Ters ters Buğra'ya baktiktan sonra devam ettim çözmeye. Heh! İşte olmuştu. Bu kadar beceriksizler tarafından mı soyulmuştuk yani!
"Heh!" diyerek ellerini öne getiren Ulus'a baktım. "Oldu."
O kendi karısıyla çocuklarına yönelirken, "Buğra'ya" dedi Yosun. "Çabuk ol. Kolun kanıyor yine."
"Sakin ol. Bir şey yok."
"Tek bir malzememiz bile yok. Bir tane bile. Nasıl sakin ol ya? Nasıl duracak o kan?" diye bağırdığında, Buğra'nın ellerini çözerken ona baktım sakince.
"Yosun. Sakin." Çocukları işaret ettiğimi gördüğünde susmuştu, başını başka yöne çevirip yerinde tepinerek. Heh! Bir tribimiz eksikti canım ya.
"Tamam. Dur." dedi, Buğra onu çözer çözmez.
"Yosun..."
"O elleri bağlı da trip atabilir." Beni yatırdıktan sonra köprücük kemigime bastırdı iki elini.
"Öyle kırılmaz gibi."
"Ne kadar şakacısın bugün ya? Eterin yan etkisi mi acaba?"
"Sahi, kim nöbet tutuyordu?"
"Ben." dedi gözlerini devirerek. "Açık havadayiz ya, açık hava! Nereden bulmuşlar bizi bayılacak kadar çok malzemeyi?"
"Bilmem. Bulursak sorarız. Ben öldürmeden önce falan."
"Bak. Tamam, ben de öldürürüm. Ama ne olur bayılma. Ulus tahta kapı açmayı bile bilmiyormuş." dediğinde gözlerimi kırptım bir kaç kere. Canım yanmıyordu çok, ama başım dönüyordu hem de deli gibi.
"Mavi!"
"Bağırma. Kulaklarım uğulduyor."
"Eterdendir."
"Ne?"
"Ne var? Olamaz mı?"
Şaşkınlıkla ona bakarken "Uyanık tutmaya çalışıyorum sadece." dediğinde gözlerimi devirdim.
"Ölecek misin? Ölecek mi o? Ben sürerim onu. Yani, bisiklet bulunca. Babam da bulur. O da asker. Güçlüyüm ki ben. Ölmesin olur mu?" Herkes Kina'ya dönerken, Omzuma bir bez bağlayıp sıkıca sarmıştı Buğra. Yerimden kalkıp oturdum ben de.
"Daha önce de söyledim sana, askerler ölmez diye." diyerek ona baktı Ulus. "Gördün mü?"
Yavaşça yanıma gelip "İyileşince sarılabilir miyim sana?" diye sordu Kina. "İyi olduğundan emin olmak için."
Başımı aşağı yukarı salladığımda annesinin yanına dönmüştü.
"Gidelim mi bir an önce. Tercihen ben bayılmadan."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YIL 2817
Science FictionMerhaba: Orada yıl kaç bilmiyorum, ama burada 2817. Böyle bakınca uçan arabalar, beynine takılan çip ile bilgisayara dönmüş insanlar ve hatta ışınlanma sayesinde yürümeyi unutmuş bir gençlik hayal edebilirsiniz. O zaman size tam da şu an önümdeki d...