"Dün geceden beri hiç konuşmadın benimle." Suyumu içmeye devam ederken, "Söylediklerim yüzünden mi?" diye sordu Buğra.
"İnsanları düşünceleri yüzünden yargılamam ben. Dün konuşacak konumuz yoktu. Şu anda da mecalim. Hepsi bu."
"Emin misin?" diye sorduğunda "Evet." dedim, şişenin kapağını kapatıp.
"Sorun yok yani."
"Yok."
"Ben çok yoruldum." diyerek oturduğu yerde sızlamaya başladı Yosun. Dünden belliydi zaten, pes etmeye yakın olduğu. Sadece, bu kadar çabuk olmasını beklemiyordum.
"Biraz daha gidelim. Sonra dururuz. Kızda da yaralar çıkmaya başladı sıcaktan. Böcekler de yiyor olabilir gerçi." dedim, sesimi biraz kısık tutmaya çalışıp.
"Avm ya da eczane bulduğumuzda durabiliriz. Hem yaraları için merhem yaparım, hem de arkadaşım için ağrı kesici alırım." diyen Buğra'dan sonra, yaralı olan arkadaşına çevirdim bakışlarımı. Bazen çığlık çığlığa fark ettirse de canının yandığını, iyi dayanıyordu genelde.
"Neden durduk?" diyerek bize yetişip yanımıza geldi Ulus. "Bir şey mi var?"
"Yok. Gidiyoruz." dediğimde kızına baktı gülümsemeye çalışıp. O da zor dayanıyordu. Ama dayanıyordu. Çocukları için, karısı için. Yosun'un benden ve takipçilerinden başka kimsesi yoktu. Bu yüzdendi belki de dayanmak için çok direnmemesi.
Akşam çökmeye başlamış, her yerim zifiri karanlık olmasına dakikalar kalmıştı belki, ama yine de tek bir yaşam belirtisi yoktu. Akşamları yolculuğu kesmemizin tek nedeni, gece yolu hesaplayıp sabah önümüzü görürken yolculuk yapmak istememizdi. Gece, sadece basit bir mumla, ya da gaz lambasiyla önündeki tehlikeleri çok da göremiyordu çünkü insan. Aynı şekilde, ağaçlık bölgenin içinden gitmeyi seçen bizdik, saldırı ihtimaline karşı. Aradıklarımızi bulmak için yola çıktığımızda ise, genelde yağmalanmış dükkanlar karşılıyordu malesef ki bizi.
"Duralım mı burda?" diyerek diğerlerine baktım. Hepimiz durduğumuzda kız oturduğu sepetinden inip annesine koştu. Ağladığını görebiliyordum. Canı yanıyor olmalıydı.
"Tentürdiyot mu döksek yaralarına?"
"Doktor olan sensin. Bana mı soruyorsun?"
"Canı yanacak. Sadece, onay alabileceğim birilerine ihtiyacım var sanırım. Yani, yanar ama, gece de rahat uyur diye." dediğinde, Ulus'u çağırıp ona sormanın daha doğru olacağını söyleyerek Yosun'un yanına oturmuştum usulca.
"Neyin var?"
"Yoruldum. Acıktım. Ayrıca kaşınıp duruyorum. Pis de kokuyorumdur muhtemelen, ama farkında bile değilim."
"Hepimiz aynı durumdayız."
"Peki, hepimiz aynı mıyız? Sen askersin Mavi. Bunlardan bin kat daha kötü durumlarda kaldın. Ölü biriyle günlerce aynı yerde, ateş açılırsa vurulma diye onu üstüne alıp, kendini toprağa gömerek öylece durduğunu bile biliyorum, Ölümü ya da kurtarılmayı beklerken. Gerçekten, hepimiz aynı mıyız?"
"Şu an aynı olmak zorundayız." dedim, gözlerinin içine bakarken." Anlıyor musun? Ne fazla, ne eksik. Aynı. Eğer vazgeçmeyi düşünürsen, ben de düşünürüm. O kadar aynı."
"Yapma. Beni böyle tehdit etme."
"Güzellikten anlamam, bilirsin." dediğimde yanağımdan öpüp "Peki." dedi, az önce Buğra'nın kurduğu, ikimizin çadırına girmeden önce. "Senin dediğin gibi olsun." Evet, bu kadar çabuk gaza gelebilen biriydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YIL 2817
Science FictionMerhaba: Orada yıl kaç bilmiyorum, ama burada 2817. Böyle bakınca uçan arabalar, beynine takılan çip ile bilgisayara dönmüş insanlar ve hatta ışınlanma sayesinde yürümeyi unutmuş bir gençlik hayal edebilirsiniz. O zaman size tam da şu an önümdeki d...