"Bunların beklemesi gerekiyor." Buğra'ya baktığımda önce "Ne?" der gibi bir işaret yapmış, daha sonra da "Ha, sana ek krem getirdik tabi ki." diyerek kıza yönelmişti. "Bu, kaşıntılarını geçirecek. Yaraların geçmesi için diğer kremin bir gece daha beklemesi gerek."
"Acımayacaksa sorun yok. Ayna bile yok. Nasıl göründüğümun ne önemi var ki?" Evet, bu kız muhtemelen benim ruh ikizim falan olabilirdi.
"Bu arada." diyerek bizim çadırın yanına geldi Buğra, işi bitince. "Bunlar vitamin." Bir yandan da cebindeki ilaclari çıkartıyordu. "Çocuklar için olanların tarihleri geçmişti. Onlara da çaylardan aldım. Bunun da bir ayı var. Bir an önce içmeye başlarsan iyi edersin."
"Benim buna ihtiyacım yok." diyerek Yosun'un eline koydum ilaç kutusunu.
"Bunu tartışmayalım. Ayrıca o içemez."
"Ne? Ne demek içemez?"
"Mide ameliyatı olmuş. Yakın zamanda olsa gerek. Çünkü izleri yeni duruyordu." Bir an için ona baktı. "Yıkanırken üzerindeki şey beyaz ve inceydi. Kırmızılığı fark etmemem mümkün değildi, üzgünüm. Zaten yediklerinin içeriğine bakmandan, sürekli su içmenden de belliydi."
"Ne? Hayır." dedim itiraz ederek. "Biz bunu konuşmuştuk. Ameliyat falan olmadı o. Yapmadı. Başka bir şey-" dediğimde "Oldum." diyerek sözümü kesti Yosun. "Yara geçince izleri sildirecektim."
"Sen?" diyerek sinirle üzerine yürüyüp yumruklarımı sıktım. "Ben sana söz verdiğim her şeyi bir bir yaparken hem de. Öyle mi? Çok güzel ya. Cidden!" Çadırın içinden uyku tulumumu çekip, sinirle ateşin yanına doğru yürümeye başladım.
"Mavi!"
"Yarın." Bugün konuşamazdim. Bu sinirle, olmazdı. Ona zarar verecek, ya da herhangi bir şekilde kıracak bir şey yapmak ya da söylemek istemiyordum.
"Bunu yapmaması gerektiğini o da biliyor. Ama dediğim gibi, topluluk." diyerek yanıma oturdu Buğra.
"Başlama yine teknolojiydi, sanal arkadaşlıklardi, bilmem neydi nutuklarına."
"Tam şu an, haksız olduğumu söyleyemezsin."
"Sırayla nöbet tutuyoruz. Gidip uyur musun?"
"Bak, eczaneden ne buldum." diyerek küçük şampuan şişelerini çıkarttı cebinden.
"Sence tek derdim güzel kokmak mı?"
"Haklısın. Bunları Yosun'a vermeliydim." diyerek güldüğünde gözlerimi devirdim.
"Uykun yoksa ben uyuyacağım."
"Olur." dediğinde tulumun içine girmek için hazırlanmaya başlamıştım.
"Benim çadırıma gidebilirsin."
"Büyük bir ihtimalle kabus göreceğim. Tokatlamak için yakınımda olursun işte."
"Tokatlamak mı?"
"Evet. Daha çabuk uyanırım." diyerek gözlerimi kapattım. Sinirli olduğumda, ya da üzgün, genelde uyumazdım kabus göreceğimden emin olduğum için. Ama şu an öyle bir lüksüm yoktu. Sabaha güçlü uyanmak zorundaydım. Çocuklar daha ne kadar dayanır bilmiyordum. Bir an önce varmalıydık tarlalara.
Birinin dürtmesiyle uyanıp gözlerini açtığımda, hâlâ etrafın karanlık olduğunu görüp kırpıştırdim gözlerimi.
"Uykum geldi de." Sesin arkamdan geldiğini fark edip, tulumun içinden sıyrıldım. "Güvende olduğunu hissedersen, kabus da görmezsin diye." Evet görmemiştim. Ama bu yine de bana sarılması gerektiği anlamına gelmiyordu.
"Tamam. Git yat hadi."
"Hayret! Ben uyanınca olası bi sinir krizine hazırlamıştım aslında kendimi."
"Yapılan iyiliğe karşılık veriş şeklim tam olarak o değil. Genelde teşekkür ederim." dediğimde gülümsedi ayağa kalkarken. Yani, kendince bulabildiği en iyi çözümü sunmuş olabilirdi. Buna, işe yaradığı halde, kızacak değildim.
"Önemli değil."
Ateşin başına geçip, tulumu sararak köşeye koydum. Etrafıma bakındıktan sonra, bir adım daha atarak beklemeye başladım. Günden güne daha sıkıcı hale gelse de, beklemek dışında yapabileceğimiz bir şey yoktu. Beklemek. Sabır. Amaç. Ve umut. Umudum yoktu benim. Ama amacım vardı. Şimdilik. Sonrası ne olurdu, ne yapardım, ne yapacaktım, en ufak bir fikrim yoktu. Kimsenin de olduğunu sanmıyordum. Sadece, nefes alıyorduk işte. Çocukları olanlar onları yaşatmak amacındaydi. Lakin onlar da bilmiyordu gelecekte ne olacağını? Gelecek diye bir şey var mı, onu bile bilmiyorduk hiçbirimiz. Sadece... Eskilerin deyimiyle, yuvarlanıp gidiyorduk işte.
"Mavi."
"Git yat Yosun."
"Iki kere baktım, uyuyordun." dedikten sonra, biraz uzağımda da olsa, yan tarafıma oturdu. "Özür dilerim." Ben bir şey söylemeyince, devam etti konuşmaya. "Bak, bir şey olmaz diye düşündüm. Yani, tamam, sözümde durmadım. Ya biliyorsun işte. Yapamadım. Duramazdım. Duramıyordum. Sen de biliyorsun. Ellerinle götürdün beni psikoloğa. Ellerinle ya. Olmadı işte."
"Peki. Artık aletler yok. İlaçlar da yok. Bir şey olursa, ki olacak, ne yapacağım ben? Söyler misin?"
"Yanımızda doktor var. Hem dikkat ediyorum." dediğinde gözlerimi devirdim.
"Ha, bir de savunuyorsun."
"Bebeğim, yaptım bir kere. Ne yapayım? Zamanı geriye büküp ameliyat olduğum güne dönüp durun yapmayın Mavi küser bana mı diyeyim?"
"Baştan akıl edemediğini yapmak için bu kadar şova gerek yok bence."
"Daha kaç gün laf sokacaksın?"
"Dört. Bilemedin beş. Daha uzun sürer belki, bilmiyorum. İzlere bakayım mı?"
"Yaaa." diyerek ayağa kalktı hızla. "Bak da bir ömür konuş değil mi? Yemezler güzelim. Ben uyumaya gidiyorum. Ayyy, nasıl bastırdı bir anda, bilemezsin."
"Uyurken bakarım."
"Çıt çıtlı badi giydim." dediğinde pis pis ona bakmıştım. "Sapık mısın Mavi ya? Ne kadar ayıp aa!"
"Bıçak denen bir şey var. Ve biliyorsun ki, çok iyi kullanırım."
"Onu, gece vakti, bana. Ay bayılcam galiba ben." diyerek giderken, ben de kahkaha atıyordum. İyi. En azından morali düzelmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YIL 2817
Science FictionMerhaba: Orada yıl kaç bilmiyorum, ama burada 2817. Böyle bakınca uçan arabalar, beynine takılan çip ile bilgisayara dönmüş insanlar ve hatta ışınlanma sayesinde yürümeyi unutmuş bir gençlik hayal edebilirsiniz. O zaman size tam da şu an önümdeki d...