GİRİŞ

719 45 10
                                    

       Kadim Ormanların uzun ağaçları karanlık gökyüzüne doğru uzanıyordu. Rüzgâr yavaşça eserek dalları ve yaprakları sallıyordu. Gece sessizdi, soğuktu, karanlıktı.

       Yapraklardan meydana gelen bir kümenin üzerinde uzanıyordu. Gözlerini araladığında hiçbir şey göremediğini sandı. Birkaç kez kırpıştırdığı gözleri nihayet netleşti.

       Uzandığı yerden göğe baktı. Çoktan yıldızlar çıkmış, bütün orman karanlığa gömülmüştü. Sırtına değen soğuk ve nemli toprağı hissedebiliyordu çünkü giysileri parçalanmıştı. Başını yana yatırdı. Etrafta uçuşan külleri görmekte zorlanmadı. Birkaç dakika önce karşısında kanlı canlı dikilen bedenlerden eser yoktu. Varlıklarına dair tek kanıt yerdeki siyah kan izleriydi.

       Vücudunu hareket ettirecek hâli yoktu. Burnuna dolan kan kokusu midesini bulandırıyordu ama en son yemeğinin üzerinden uzun zaman geçmişti. Kupkuru boğazı yutkunmaya çalıştığında sızladı. Sanki bütün kanı boğazında toplanmıştı. Nefes alamayacağını hissedince diklendi. Kaburgalarından ve omurgasından iğrenç sesler yükseldi.

       Karanlığa bakarken hiçbir şey hissetmediğini fark etti. Soğuğu, öfkeyi veya nefreti. Vücudunda sayısını bilemeyeceği kadar yara vardı. Etrafını incelemeye gerek duymadı. Göreceği manzarayı biliyordu. Ve onları göremeyeceğini de. Devasa ağaçların kuru yaprakları rüzgârla sallanırken birkaçı yanına düştü.

       Elinde avucunda ne varsa harcamıştı ama hâlâ hayattaydı. Lanet ölümsüzlüğü yakasından düşmüyordu. Göğsünün üzerinde bir ağırlık vardı. Kalbinde. Elini göğsüne götürürken kasları isyan etti. Kemikleri çatırdadı. Parmakları göğsüne değdiği anda ürperdi. Kalbinin atışını hissedemiyordu.

       "Belki de öldüm," diye düşündü kendi kendine. Zihni bulanık bir sudan fazlası değildi. Yine de bir anlığına öldüğünü, bütün bunların sona erdiğini, artık kaybetmek için yaşayacağı bir hayatı olmadığını ve nihayet gözlerini kapattığında ona musallat olan hayaletleri görmeyeceğini düşündü.

       Tam o sırada bir kuzgun uçtu. Bir şeyler hissedebilseydi, birkaç gün önceki hâli olsaydı eğer, katıla katıla gülerdi. Kuzgun uçarak üstünden geçti, yakındaki bir dala kondu. Ve ona baktı. Kendini zavallı gibi hissetmesi için bu bakışlar yeterliydi.

       Ayağa kalktı. Bacakları sallanıyordu. Her an yere yığılabilirdi. Ayaklarına baktı. Botları parçalanmıştı. Kirli ayakları toprakla, kanla ve çimenlerle kaplıydı. Bomboş hissetti ama artık ne hissettiğinin bir önemi yoktu. Her şeyi kaybetmişti. Koca bir hiçten ibaret kalmıştı. Hayaletlerin kahkahalarını duydu. Güldüklerini, ağladıklarını, birbirlerine sarıldıklarını gördü. "Özür dilerim." Sesini duyabilecek tek kişi yalnız kuzgundu. Kelimeleri hiçliğe karıştı. Artık özürlerin de bir anlamı kalmamıştı. Dinleyecek kimse yokken özür dilemenin ne önemi vardı?

       Hiçbir şey hissetmediğini söylerken içinde büyüyen kederi göz ardı etmişti. Oysa keder gerçekti ve ölümsüz hayatı boyunca yakasından düşmeyecekti.

       Olan bitenin görüntüleri zihnine dolunca bütün bedeni titremeye başladı. İçinde kopan fırtına onu boğdu. Başını göğe doğru kaldırdı ve bağırdı. Göğsünden kopup gelen feryadı, boğazı acıyıp sesi kısılana kadar ormanda yankılandı.

KÜLKURDU | SYREN EFSANESİ 1Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin