"Wach auf, liebling."
(Uyan, sevgilim.)Alttan gelen o tanıdık ses yüzümde küçük bir tebessümün oluşmasına neden olmuştu. Ses Jungkook'a aitti. tebessüm etmeme neden olan şey ise Almanca konuşmasıydı. Almanca öğrenmeye mi başlamıştı yoksa?
"Ich bin wach liebling."
(Uyandım sevgilim.)Gözlerimi yavaşça aralayıp yüzümün hizasındaki yüzüne baktım. Ardından kollarımı kaldırıp boynuna doladım.
"Hast du angefangen Deutsch zu lernen?"
(Almanca öğrenmeye mi başladın?)İlk olarak yüzünü buruşturmuş, ardından gülümsemişti.
"İşte bunu anlamadım."
Sesli gülmeme engel olamamıştım. İfadesi fazla tatlı gelmişti gözüme. Kollarımı indirip, ellerimi yanaklarına koyup kendime çektikten sonra dudaklarına küçük bir öpücük bırakmıştım. Genişçe gülümsedikten sonra geri çekilip elimden tutmuştu.
"Üzerini giyin ve terasa gel."
Başımı aşağı yukarı sallayıp onayladığımda elimi kaldırıp dudaklarına götürmüş, küçük bir öpücük bırakmıştı. Daha sonra kalkıp odanın çıkışına doğru ilerlemişti. Onun gitmesiyle yattığım yerden kalkıp geniş dolaba doğru ilerledim. Kıyafetlerimi Jungkook'un odasına almıştım.
Üzerime kayık yaka bordo bir bluz, altıma ise siyah bir pantolon giyindikten sonra aynanın karşısına geçip gözlerimi saçlarımda gezdirdim. Taktığım tokayı çıkarıp saçlarımı toplayıp topuz yaptıktan sonra odanın çıkışına doğru ilerledim. Adımlarım terasa doğru ilerlerken yanımda hissettiğim yoğunlukla bakışlarımı sağ tarafıma çevirdim. Jimin'i görünce duraksamıştım.
Durduğumu fark etmiş olmalıydı ki duraksayıp bakışlarını benden tarafı çevirmişti. "Neden durdun?" Kaşlarımı çatıp dudaklarımı ıslattıktan sonra gözlerimi gözlerine çıkardım. Bu ana kadar aklıma gelmeyen soruyu soracaktım.
"Senin ruhun neden yok olmadı, Jimin?"
Gözlerini kaçırıp bakışlarını etrafta gezdirdikten sonra tekrar bana çevirmişti. Bianca'nın ruhu Öldüğü gibi ortadan kaybolmuştu. Eğer Jimin de ölmüşse neden ruhu kaybolmuyordu?
"Benim ruhum sıkışmış Lena. Bu yüzden gidemiyorum."
"Neden? Bir nedeni olmalı?"
"Evet. Bu durumda bir nedeni olması gerek lakin, ne olduğunu bilmiyorum."
Alt dudağımı ısırıp bir müddet düşündükten sonra başımla onayladım onu. Ardından ilerlemeye devam ettim. Jimin'in hayatını bilmediğimden tam olarak onu iki evren arasında sıkıştıran olayın ne olduğunu bilmiyordum. Öğrenmek de kolay olmazdı.
Terasa çıktığımda Leydi Ella ve Seokjin'in de bulunduğu masa çekmişti dikkatimi. Jungkook'un bakışları beni bulduğunda küçük bir tebessüm etmiş, yanındaki sandalyeyi benim için çekmişti. Yanlarına gittiğimde başımla selam verip Jungkook'un yanına oturmuştum. Üçünün de bakışları üzerimdeyken garip hissetmiştim açıkçası.
"Lena'yı izlemek yerine kahvaltıya mı başlasak?"
Jungkook'un sözleri üzerinde Leydi Ella ve Seokjin önüne dönmüştü. Masanın üzerindeki elimi tuttuğunda bakışlarımı ondan tarafı çevirip bakışlarımızı buluştururken tebessüm etmişti. Ardından benim duyabileceğim bir şekilde "Başla." diye fısıldamıştı. Başımla onaylayıp tabağımı önüme çekip birkaç parça almıştım.
Sessiz geçen dakikaların ardından terasta oluşan hareketlilikle bakışlarımız sol tarafa dönmüştü. Arkası dönük olan bedene dikkatle bakarken kim olduğunu anlamaya çalışıyordum. Üzerinde pelerin vardı ve başı örtülüydü. Saniyeler geçmesine rağmen önünü dönmeyince Jungkook kalkmak adına sandalyesini geriye doğru ittirmişti. Lakin yanına gitmemesi adına elinden tutmuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Journey In History ᴶᴶᴷ
FanfictionGeçmişe giden Lena, Jeon şatosunun geleceğini değiştirebilecek mi? 31.08.2020 20.09.2021