Dakikalardır oturduğum yerden karşımda kalan şatoyu izliyordum. Annem öylece ortadan kaybolmuştu. Bir yeri bilmediğimden buradan ayrılamıyordum da. Nefesimi dışarı üfleyip başımı sol tarafa doğru çevirdiğimde bahçedeki gülleri fark etmiştim. Siyah ve beyaz gülden başka renk yoktu.
Ayağa kalkıp bahçeye doğru ilerledim. Siyah güller.. nereden tanıdık geliyordu? Bahçeye girip siyah gül çalısına yaklaştım. Yumuşak yaprağına tutup okşadıktan sonra eğilip kokusunu içime çektim. Tanıdık olan kokusu kaşlarımı çatmama neden olurken sağ tarafımda fark ettiğim hareketlilikle başımı kaldırıp sağ tarafıma döndüm.
"Sen hâlâ gitmedin mi?"
Dudaklarımı birbirine bastırırken ellerimi önümde birleştirip başımı iki yana salladım. Nereye gidecektim sanki? Burada bildiğim hiçbir yer yoktu. Tek kaşını kaldırmış bana bakarken "Gidecek bir yerim yok." demiştim duyabileceği bir şekilde. Kaldırmış olduğu kaşını indirip nefesini duyulur bir şekilde dışarı vermişti.
Gözlerimi kapatıp alt dudağımı dişlerim arasına alırken çözdüğüm ellerimi yumruk yaptım. Annem ne yapmaya çalışıyordu? Tanrı aşkına beni buraya kilise önüne bırakılan çocuklar gibi bırakıp gitmişti resmen!
Gözlerimi aralayıp karşımdaki bedenin yüzüne baktığımda çattığı kaşlarıyla.. dudaklarıma baktığını görmüştüm. Kıstığım gözlerimle anlam veremediğim yüzüne bakarken gözleri yavaşça yukarı tırmanıp gözlerimi bulmuştu. Bakışlarından hiçbir şey çıkaramıyordum. Duygularını usta bir şekilde gizliyordu.
"Yunri?"
Gelen kadın sesiyle arkamı döndüğümde karşıma çıkan bedene hayranlıkla bakmıştım. Çok güzel bir kadındı. Sanki beklediği kişi ben değilmişim gibi bir ifadeyle yanımıza doğru ilerlemeye başladığında ellerimi önümde birleştirdim. Şöyle bir bakıyordum da oda bu şatodan biri olmalıydı. Yüzü yabancı durmuyordu lakin yine de kim olduğunu çıkaramıyordum.
"Yunri değilsin, kimsin sen?"
Neredeyse Jungkook denilen adamla aynı boyda olduğundan başımı biraz geriye eğmek zorunda kalmıştım. Ela gözleriyle benden bir cevap bekler gibi bakarken dudaklarında hafif bir gülümseme vardı. Jungkook'un aksine daha sıcak birisi olmalıydı. Öylece yüzüne bakmayı bırakıp konuşmak adına dudaklarımı aralamadan önce boğazımı temizlemiştim.
"Merhaba, Lena Schmid ben."
"Bu pek açıklayıcı olmadı sanki?"
Cevap vereceğim sıra Jungkook yanımdan geçip gitmişti. Arkasından bir müddet baktıktan sonra bakışlarımı karşımdaki kadına çevirip derin bir nefes aldım. Daha kaç kişiye anlatacaktım olanları acaba? Derin bir nefes aldıktan sonra olanları ona da özet geçmiştim. Bakışlarını kaçırıp bir müddet düşünür gibi yaptıktan sonra yüzündeki hafif tebessümle bana bakmıştı.
"Şöyle yapalım o halde, madem şu an gidecek bir yerin yok burada kal. Nasılsa şu an şatoyu satamıyoruz. Jungkook kimseyi beğenmiyor."
"Yani.. iyi olur aslında. Gidecek başka bir yerim yok. Teşekkür ederim."
"Takip et beni."
Başımla onaylayıp arkasından ilerledim. Şatoya girdiğimizde bakışlarımı etrafta gezdiremeden edememiştim. Renksiz duvarları kaşlarımı çatmama neden olmuştu. Şato gözüme çok renksiz geliyordu. Merdivenleri çıkıp uzun bir koridora girdiğimizde zihnimde canlanan görüntüler duraksamama neden olmuştu. Bu şato nasıl bu kadar değişebilmişti?
"Lena?"
Daldığım yerden bakışlarımı çekip beni beklemekte olan bedenin yanına doğru ilerledim. Önünde durduğu kapıyı işaret ederken "Burada kalabilirsin." demişti. Kapıya kısa bir bakış atıp saygı çerçevesinde eğilmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Journey In History ᴶᴶᴷ
FanfictionGeçmişe giden Lena, Jeon şatosunun geleceğini değiştirebilecek mi? 31.08.2020 20.09.2021