Esen sıcak rüzgarın eşliğinde kan gölüne dönmüş olan gökyüzünü izlemek hiç bu kadar iyi hissettirmemişti. Bulutların hoş bir görüntüsü vardı. Sanki elimi uzatsam dokunabilecekmişim gibi duruyorlardı. İçime derin bir nefes çektiğim vakit yanağıma düşen damlayla kaşlarımı kaldırdım. Yağmur yağacak gibi bir hava olmamasına rağmen düşen damlalar şaşırtmıştı beni.
Yattığım yerden kalkıp ilerleyeceğim sıra fark ettiğim şeyle duraksamıştım. Bakışlarım açık pembe rengindeki gülü bulduğunda kaşlarımı çattım. Kırmızı renkte olan bir su damlası yaprağına aşağı süzülüyordu. Bir damlanın daha yaprağına damladığını fark ettiğimde bakışlarımı gülden çektim. Başımı ağır bir şekilde kaldırıp gökyüzüne doğru baktığımda yüzüme düşen damlalarla elimi kaldırıp yüzümdeki ıslaklığı sildim.
Bakışlarım elimi bulduğunda ağzım şaşkınlıkla aralanmıştı. Neydi bilmiyorum ama yağan yağmur kırmızı renkteydi. Giderek hızlanan damlalar beyaz renk elbisemde iz yaparken adımlarımı hızlandırıp bahçeden çıktım. Merdivenleri hızlıca çıkarken etrafıma bakınamamıştım bile.
Merdivenleri çıkıp yağmurdan korunduğum vakit bakışlarım kırmızıya boyanan bahçeyi bulmuştu. Ne olduğu hakkında en küçük bir fikrim dahi yoktu. Yeni yeni almaya başladığım koku yüzümü buruşturmama neden olurken düşündüğüm şeyin olma ihtimalini tartıyordum. Söylemesi fazlaca saçmaydı fakat aldığım kan kokusunu yağan yağmurdan başka hiçbir şeye bağlayamıyordum. Şu an bardaktan boşalırcasına yağan kandan başka bir şey değildi lakin, nasıl? Nasıl böyle bir şey mümkün olabilirdi ki?
"Sesime gel, Lena."
Duyduğum kadın sesiyle arkamı dönüp etrafıma bakındım. Gözlerim bir beden arıyordu fakat kimsecikler yoktu. "Neredesiniz?!" Sesim bahçeye yayılırken delicesine atan kalbimi derin nefesler alarak sakinleştirmeye çalışıyordum. "Buradayım." Bakışlarım direkt Jungkook'un bahçesine doğru döndüğünde baştan aşağı siyah giyinen bir kadını görmüştüm. Onu gördüğümü anladığında arkasını dönüp bahçenin iç tarafına doğru ilerlemeye başlamıştı.
"Hey, durun! Kimsiniz?!"
Yağan kanı umursamayıp merdivenleri hızlıca inerken yüzümden süzülen kan damlalarını hissedebiliyordum. Bu durum fazla iğrençti fakat o kadını kaçıramazdım. Bahçenin girişine vardığımda kadını diğer uçta görünce nefesimi seslice dışarı verdim. hem çağıryor hem beklemiyordu! Durmayıp merdivenleri inmeye başladığında gözden tekrar kaybolmuştu.
Koşar adımlarla bahçede ilerlerken fark ettiğim başka bir şey yavaşlamama neden olmuştu. Siyah güllerin hepsi solmuş bir şekildeydi. Nedenini bilmiyordum lakin şu an takılacağım en son şey güller olamazdı bile. Merdivenlere vardığımda kadının sağ tarafa döndüğünü görünce sinirlenmeden edememiştim. Ne diye durmuyordu bu?!
"Hanımefendi, bekleyin lütfen!"
Kana bulanan merdivenleri inmeyi bitirdiğimde sağ tarafa doğru döndüm. Yolun sonunda arkası dönük bir şekilde beklediğini fark ettiğimde durmayıp ona doğru hızlı adımlarla ilerledim. Yaklaştıkça daha net görebiliyordum onu. Kıyafeti ıslanmış gibi durmuyordu. Sonunda aramızda birkaç adımlık mesafe kaldığında duraksadım. Gözlerim anlık giydiğim elbiseyi bulduğunda kırmızıya döndüğünü görmüştüm.
"Lena Schmid."
Adımı duyduğumda başımı kaldırıp karşımdaki bedene baktım. Başını sol omzuna doğru çevirdiğinde yan profilini görebilmiştim. Şekilli bir buruna sahipti. Göz kırışıklığı falan yoktu. Fiziği de gayet iyi duruyordu. Kısacası karşımda duran kadın yaşlı değildi. Yavaş bir şekilde arkasını döndüğünde bakışlarım direkt yüzünü bulmuştu. Hafif bir makyaj vardı yüzünde. Yağan kan hiçbir yerine temas etmemişti. Tanıdık da değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Journey In History ᴶᴶᴷ
FanfictionGeçmişe giden Lena, Jeon şatosunun geleceğini değiştirebilecek mi? 31.08.2020 20.09.2021