»
Yıl 1682
Giydiği siyah takımıyla aynanın karşısında dikilmiş kendini izleyen Jimin, elindeki gümüş ve desenli olan bardağın içinde kalan son yudumluk sıvıyı da içtikten sonra bardağı oda içerisindeki masaya bırakıp odadan çıkmıştı. Koridor boyunca ağır adımlarla ilerleyip merdivenlere vardığında yukarıdan geniş alanda oturmuş, karşılarında kalan efendi Jeon'un anlattıklarını dinleyen bedenlerde gezdirmişti gözlerini.
Derin bir nefes alıp başını iki yana sallarken merdivenleri inmeye başlamıştı. Birkaç kişinin dikkatini çekmiş, fısıldaşmaya neden olmuştu. Fısıltılar daha sesli bir hâl aldığında efendi Jeon gözlerini kısarak bakışların hedefi olan Jimin'e çevirmişti bakışlarını.
Hiçbirine aldırış etmeyen Jimin kendisine bakmakta olan efendi Jeon'a başıyla selam verip karşısında boş kalan sandalyeye -babasının yanına- oturmuştu. Keyifle sol bacağını sağ bacağının üzerine atıp parmaklarını birbirine geçirirken babasının bakışlarını üzerinde hissediyordu. Lakin pek umrunda olduğu söylenemezdi. Gerçi, babası Jimin'in hiçbir zaman umrunda olmamıştı ki.
Jimin'in oturmasıyla efendi Jeon konuşmasına devam etmişti. Jimin, üzerinde hissettiği bakışlarla yanında oturan babasına dönerken yüzüne samimiyetten uzak bir gülümseme yerleştirdi. Ardından hafifçe babasına doğru eğilip sesinin yüksek çıkmamasına dikkat ederek konuşmuştu.
"Bana böyle sevgi dolu (!) bakışlarınızın nedeni nedir, babacığım?"
"Sana törene vaktinde gelmeni söylemiştim, hatırlıyor musun?"
"Hatırlıyor gibiyim sanki?"
Nefesini duyulur bir şekilde dışarı veren adam önüne dönerken dizleri üzerindeki ellerini sıkıp eklemlerinin beyazlaşmasını sağlamıştı. Oğlunun böyle gevşek davranışlarından oldu olası nefret etmişti. Aileye olumlu yönde katkıları olsa da olumsuz olanları da vardı. Artık yüzünü kızartacak bir sorunla karşılaşmak istemiyordu.
Efendi Jeon'un konuşması bittiğinde ayaklanan insanlar masa başlarına geçip muhabbete başlamışlardı. Bunların arasında Jimin de vardı. İki, üç tane kadının bulunduğu masayı gözüne kestirmiş oraya doğru ilerliyordu.
Arkasından bakan babası çenesini kasarken bir hışım ayağa kalkmıştı. Masalara hizmet edenlerden birini kolundan tutup durdururken avucu içinde var ettiği küçük, avuca sığar cam şişeyi kolunu tuttuğu bedenin eline koymuştu.
"Bunu Jimin'in içeceğine kat. Daha sonra da terasa yanıma gel."
Başıyla onaylayan genç beden elindeki şişeyle Yaşlı fakat ellilerinde gösteren adamın yanından ayrılmıştı. Bakışları olacaklardan bihaber sohbet eden oğluna döndüğünde derin bir nefes alıp kalabalığın arasında kaybolmuştu.
Geçen birkaç dakikanın ardından Jimin'in bulunduğu masanın üzerindeki içecekler yenilenmiş, içinde ilaç bulunan içecek Jimin'in önüne konulmuştu. Jimin içmeyi severdi. Bu yüzden bir bardağın daha ona zararı olmayacağını biliyordu.
Gümüş renkteki bardaktan hem içiyor, hem de sohbetine devam ediyordu. Ta ki zaman ilerledikçe bastıran uykusuna kadar. Gün içerisinde hiç yerinde durmayan, akşam olunca şatoya giren biri olduğundan bu saatlerde hep yorgun düşerdi. Bu yüzden bastıran uykusunu farklı bir yöne yormamıştı. Lakin farkında olduğu bir şey de vardı. Uykusu diğer günlere oranla daha baskındı.
Konuştuğu kadınlara veda edip yanlarından ayrılmıştı. Elini alnına götürüp ovarken merdivenleri çıkıyordu. Koridora girdiğinde üzerindeki ceketi çıkarıp elinde tutmuştu. Odasının önüne geldiğinde beklemeden içeri girip bedenini yatağa atmıştı. Üzerini değişemeyecek kadar uykusu vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Journey In History ᴶᴶᴷ
FanfictionGeçmişe giden Lena, Jeon şatosunun geleceğini değiştirebilecek mi? 31.08.2020 20.09.2021