Kucağımda taşıdığım kıza baktım ve göğsüme bastırdım. Keşke ömür boyu burada böyle kalsaydı. Yanımdan hiç ayrılmasa ve beni bırakmasaydı... Ama yapamazdım. Şimdi onu alıp geri dönsem, bir daha asla bırakamazdım. Bu sadece ona değil bana da zulüm olurdu. İkimizi de mahvederdi.
Gözlerim beyaz teninde dolaştı. Ben adım attıkça onun kanı akıyordu ve kanı Çukur sokaklarını boyuyordu. Çukur... Kanla beslenen bir mahalleydi. Daha önce nicelerinin akıttığı kan bugün benim sevgilimden akıyordu. Nefes almaya çalışarak yürümeye devam ettim. Ona verdiğim sözü yerine getiriyordum. Çukur'a gelmiştim, eve gelmiştim. Bir zamanlar gülerek oyunlar oynadığım mahalle şimdi cehennemden farksızdı.
Hilal'in kanayan yarasına baktım. Büyük ihtimalle dikişleri açılmıştı. Hastanedeki doktor durumunun iyiye gittiğini söyleyince onu kaçırmıştım. Pişman değildim çünkü son anında bile Çukur'a gitmek için yalvarmıştı. Bu iğrenç mahallede ne vardı ki burada doğan burada ölüyordu?
Ve ölüm... Sevgilime hiç yakışmıyordu. Ondan uzak durmalıydı. Ölümü getiren bendim. Eğer beni bırakırsa uzun bir ömrü olurdu. Bu sefer ölüm gerçekten de çok yakındı. Gözümden akan yaşları silmeye çalıştım ve adımlarımı hızlandırdım. Bunca zaman yavaş yavaş yürümüştüm ama artık bekleyemezdim. Ayrılık zamanı ne kadar uzarsa o kadar zorlaşıyordu.
En son köşeyi dönüp kahvenin olduğu sokağa girdiğimde ileride beni bekleyen kalabalıkla karşılaştım. Anlaşılan çatıcılar benden önce gelmişti. Babamla göz göze geldiğimizde önce bana sonra da kucağımdaki kıza baktı. Diyecek bir şeyim yoktu. Onunda olmadığını biliyordum. Şimdi kelimelerin hiçbir manası kalmamıştı.
Bir adım attım. Sonra bir adım daha. Ne kadar adım atarsam saniyeler o kadar çok uzasın istedim. Bırakmak istemedim. Gitsin istemedim. Bir daha beni sevsin, yanımda dursun, elimi tutsun istedim. Yapamazsın dedim kendime. Her adımda hatırlatmak için daha yüksek sesle. Bırakma diye feryat etti kalbim. Bırakacaksın diye emir verdi aklım. Bırakırsan yaşayacak...
Kahvenin önünde durduğumda anlamıştım. Her şey bitmişti. Başımı eğip son kez ama bu sefer daha uzun süre ona baktım. Kolunun biri düşmüştü, nefes alıp almadığı belli değildi ve dikişleri açılmıştı. Korkunç gözüküyordu ama bir o kadar da güzeldi. Her zaman güzeldi. Bu yüzden ölüm ona hiç yakışmıyordu.
"Yaptın deme lan! Sebep oldun sonunda kızcağıza!"
Bana seslenen Cumali amcama baktım. Gözlerindeki kızgınlık beni yok edecek gibiydi. Anlaşılan her şeyi öğrenmişti. Beni niye öldürmediğini ise anlamamıştım. Cumali Koçovalı intikamını alırdı. Öyle söylememiş miydi? Başımı tekrar Hilal'e çevirdim. Kalbimde geçmeyen bir ağrı vardı. Nefesim kesilmeye başlıyordu. Gözümdeki yaşı tekrar sildim ve yanıma gelen Mekeye baktım.
"Bırak Akın! Mahvettin onu zaten bırak!!"
Kucağımdan hızlı bir hamleyle Hilal'i alınca boşluğa düşmüş gibi hissettim. Sanki bütün gücüm tükenmişti. Yaşam umudum sönmüştü. Boğulmuş gibi hissediyordum. Meke, Hilal'i kucağına almış giderken onu durdurdum. Ne ara kolunu tuttuğumu anlamamıştım. Vücudum ani tepki vermişti. Hilal'i ne zaman korumak istesem öne doğru atılırdım. Meke tiksintiyle bana baktı ve kolunu hırsla çekti.
"Özür dilerim..." diye fısıldadım. Seni koruyamadığım için özür dilerim. Her şeyi batırdığım için özür dilerim. Her şeye rağmen senin için savaşamadığım, yanında duramadığı için özür dilerim... Dudaklarımı yavaşça Hilal'in alnına bastırdım. Gözümden süzülen yaş alnına düşmüştü. Teni çok soğuktu. Tıpkı bir buz gibiydi.
Meke daha fazla beklemeden ilerideki arabaya doğru ilerledi ve onu götürdü. Gidene kadar gözlerim Hilal'in kapalı gözlerinden ayıramamıştım. Bana sıcacık şekilde bakmasına ihtiyacım vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Metruk
Fanfiction"Sen Akın Koçovalı aynı karşımızdaki metruk bina gibisin. Yıkık döküksün, çökmek üzeresin, terk edilmişsin ama içinde bir yerlerde yaşanmışlık var." dedi genç kız ve yanında duran adama baktı. "Hayır... Benim içimdeki yaşanmışlık değil. Yalnızlık. S...