Yanımdan geçerek bilmem kaçıncı turunu atan Pars'a baktım. Ben daha ilk turda nefes nefese kalmıştım. Zor durumda kalmadıkça asla koşmazdım. Spor ile alakam belediyenin spor aletlerine binmekten ibaretti. O bile bana yetiyordu. Nefesimin kesildiğini hissedince yavaşça dizlerimin üstüne eğildim. Vücudum yanıyordu, kaslarım ağrıyordu ve sütyenim acıtmaya başlamıştı.
Derin nefesler alarak yanımda dikelen Pars'a baktım. Mavi gözleri üstümdeydi. Hayatımda onun kadar atletik bir insan görmemiştim. Bütün bahçeyi en az üç dört kere turlamıştı ve hala koşacak gibiydi. Bense hurda arabalara dönmüştüm. Zorla ittirmedikçe ilerlemezdim.
"Daha ilk turdan bu hale geldin."
"Kusura bakma ben her gün lüks malikanemin bahçesinde koşmuyorum."
"Ne alakası var?"
"Ben de bilmiyorum ama vardır bir alakası! Ölüyorum!"
Daha fazla dayanamadım ve kendimi yere bıraktım. Her yerim ağrıyordu. Bu manyak ne diye sabahın köründe beni koşuya çağırmıştı ki?!! Şimdi ne güzel yatağımda uyuyor olabilirdim. Belki rüyamda Akın'ı görürdüm... Kendine gel Hilal! Diye bağırdı iç sesim. Yine aklım ona kaymıştı. Şimdi ne yapıyordu acaba?!
Ayak seslerini duyunca kafamı kaldırdım ve gelen kişiye baktım. Tunç elinde tabletle yanımıza gelmişti. Gergin görünüyordu. Pars'a ekrandan birkaç şey gösterdikten sonra konuşmaya başladılar. Aşırı ciddi görünüyorlardı. Sustum ve onları dinlemeye çalıştım.
"Herifler bu gece gelecekmiş Pars."
"Onlar gelmeden biz onlara gideriz."
"Tek mi?"
"Sen evde kalıyorsun."
"Saçmalama sen ne olacaksın?!"
"Ben kendimi korurum."
"Peki kız ne olacak?!"
"Onu da Kırlangıç koruyacak."
Ne demek onu da Kırlangıç koruyacak?! Bahsettikleri kızın ben olduğuma emindim. Yine bir şeyler çeviriyorlardı. Başım belada mıydı? Galiba beladaydı yoksa neden başıma koruma dikiyordu ki?
"Başka bir şey var mı?"
"Bir de Arık Böke Erdenet... Şehre dönmüş."
Pars'ın güldüğünü gördüm. Anlaşılan Erdenetleri tanıyordu. Hatta bu kadar sevindiğine göre baya yakın olmalılardı. Heyecanlandığımı hissettim. Eğer Pars'ın ağzını arayabilirsem bilgi alabilirdim. Göz göze geldiğimizde bakışlarımı kaçırdım ve etrafıma bakındım. Onun ağzını asla arayamazdım. Zeki olduğu her halinden belliydi. Hemen anlardı. Acaba direkt sorsa mıydım? Kararsız kalmıştım. Tunç gittikten sonra yanıma döndü.
"İyi bir dinleyicisin. Ne duydun?"
"Erdenetler ile dost musun?"
"Ne dostum ne düşmanım."
"Nasıl yani?"
"İnce çizgi meselesi."
Başımı kaldırdım ve yanımda dikelen Pars'a bakmaya çalıştım. Aşağıdan daha da uzun boylu gözüküyordu. Biraz daha onu görmek için başımı zorlarsam boynum ağrıyacaktı. Aniden kalkmam için elini uzattı. Bir ona bir de eline baktım. Dalga mı geçiyordu? Onun yardımına ihtiyacım yoktu. Yerden destek alarak doğruldum ve ayağa kalktım.
Aramızdaki uzun sessizlik devam ederken kulağıma gelen dalga seslerini duydum. Denize yakın olmalıydık. Ormanın içine girdim ve yavaş adımlarla yürümeye başladım. Az ileride duvarın ortasında demir bir kapı vardı. Arkasında deniz gözüküyordu. Denizi severdim. Bana huzur verirdi ve özgür hissettirirdi. Sonsuz gibiydi. Uçsuz bucaksız ve asla kilit altında tutulamayan...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Metruk
Fanfiction"Sen Akın Koçovalı aynı karşımızdaki metruk bina gibisin. Yıkık döküksün, çökmek üzeresin, terk edilmişsin ama içinde bir yerlerde yaşanmışlık var." dedi genç kız ve yanında duran adama baktı. "Hayır... Benim içimdeki yaşanmışlık değil. Yalnızlık. S...