Okulun bankına oturdum ve bugün toplanan paralara baktım. Yeterliydi. En azından bugün Songül ile bir yerlere gidebilirdik. Çocuklara haklarına düşen parayı verdikten sonra bahçedekileri izlemeye başladım. Birkaç çocuk yine futbol oynuyordu. Babamın yasağı üzerine koşmam yasaktı. Hemen nefesim daralıyordu ve ilacım yanımda olmazsa tehlikeliye girebilirdim. Lanet olası astımım vardı.
Bahçedekileri seyretmeye devam ederken aniden izlendiğimi hissettim. Bunu ne zaman hissetsem tetikte olurdum çünkü doğru çıkardı. Bizim ailede kimse güvende olmadığı için her an tetikte olmak zorundaydık. Cebimdeki bıçağı yokladım ve çevreme bakındım. İzleyeni bulmam lazımdı. Etrafa bakarken gözlerim birden kahverengi gözlere tutundu ve orada kaldı. O kız... Onu daha önce de görmüştüm. Okul koridorunda beni izlerken.
Kız gözlerini kaçırdı ve yanındaki arkadaşına döndü. Beni görmezden mi geliyordu? Kimdi bu kız? Bizim okulda olduğuna göre Çukurdan biri olmalıydı ama nerede yaşıyordu? Tanıyan olur diye bizimkilere sormaya karar verdim.
"Tayfun şu kızı tanıyor musunuz?"
"Hangisi?"
"Kapının önünde dikelen. Kahverengi saçlı."
"Evet bizim Emre'nin sınıfında. Adı Hilal. Sessiz sakin kendi halinde bir kız. Neden sordun?"
"Hiç öylesine."
Kız okulun içine girdiğini görünce dayanamadım ve ayağa kalktım. İlgimi çekmişti. Kim olduğunu öğrenecektim. Adını öğrenmiştim ama yetmiyordu. İçimdeki merak duygusu susmuyordu. Çocuklara işim var diyip okulun içine girdim ve koridorda ona bakındım. Aşağı katın merdivenlerinden iniyordu. O katta okul kulüpleri olurdu. Onlardan birine mi üyeydi? Hızlı adımlarla peşinden indim. Birkaç adım ileriden sesini duydum.
"Merhaba Hilal."
"Merhaba Akif hocam."
"Atölyeye mi yine?"
"Evet hocam. Biraz kafamı dağıtayım dedim."
"İyi kolay gelsin sana."
Hocaya başıyla selam verdi ve ilerlemeye devam etti. Sessiz adımlarla onu takip ettim. Bir kat merdiven daha indi ve mavi kapının önünde durdu. Cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açıp içeri girdi. Kapının yanındaki yazıyı okudum. Resim Atölyesi. Resim mi? Ne yani ressam mıydı? Aralık duran kapıya yaklaştım ve izlemeye devam ettim. Beni görmesi imkansızdı. Arkası bana dönüktü. Koridorda hiç ses yoktu. Fazla hareket etmemeliydim. Sesimi duyabilirdi.
Dolaptan kendine büyük bir tuval çıkardı ve onu tablanın üstüne koydu. Boyalarla uğraşmadan önce saçlarını bileğindeki toka ile topladı. Gördüğüm en güzel varlık olabilirdi. Saf bir güzelliği vardı. Boyaları yerine bıraktıktan sonra çantasından telefonunu çıkardı ve bir müzik açtı. Ben bu müziği tanıyordum. Una Mattina... Zevkli kızmış, dedi iç sesim.
Piyano tuşlarının sesi atölyeyi doldururken o çizmeye başladı. Bazen kendi kendine durup bakıyordu, kaşlarını çatıyordu, o zarif boynunu oynatıyordu ve gülüyordu. Siktir Akın! Onu izlemeyi bırakman gerek, dedi iç sesim ama duramıyordum. Zarif parmakları tuvalin üstünde süzülüyordu ve fırçayı konuşturuyordu. Renkler sanki onun elinde bir başka şekle bürünüyordu. O kadar güzeldi ki kendisi de bir tablo gibiydi. Parçaların biri bitti, biri başladı ve o çizmeye devam etti.
Duvara yaslandım ve her hareketini aklıma kazımaya çalıştım. Birazdan gitmem gerekiyordu ama istemiyordum. Songülle buluşmam lazımdı. Eğer gitmezsem bana huzur vermezdi. Karşımdaki güzelliği bırakıp gitmek çok zordu. Ona bir Van Gogh tablosuna bakar gibi bakıyordum. Aptalın tekiydim ama buna engel olamıyordum. Yeni başlayan parçayı duyunca gülümsedim. En sevdiğim parçalardan biriydi. Nuvole Bianche...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Metruk
Fanfiction"Sen Akın Koçovalı aynı karşımızdaki metruk bina gibisin. Yıkık döküksün, çökmek üzeresin, terk edilmişsin ama içinde bir yerlerde yaşanmışlık var." dedi genç kız ve yanında duran adama baktı. "Hayır... Benim içimdeki yaşanmışlık değil. Yalnızlık. S...