ŞARAP

1.7K 95 49
                                    

Başımı kaldırdım ve simsiyah gökyüzünü izlemeye başladım. Burada yıldızlar çok parlak gözüküyordu. Şehirden uzaktaydık ve etraf, evin ışıkları hariç karanlıktı. Ses yoktu, ışık yoktu ama yıldızlar vardı, deniz vardı, muhteşem ay manzarası vardı. Açıkçası aradığım her şey buradaydı. Sakinliği ve sessizliği severdim. Kalabalıklar bana yorucu gelirdi. Bir süre sonra gürültüye katlanamıyordum. Oysa böyle bir yerde sonsuza dek kalabilirdim. Yanımda sevdiklerimin olması şartıyla tabi. Ya da sadece o kişiyle... Garip bir şekilde İstanbul'dan uzaklaşmak iyi gelmişti. Kaçırılma olayının çok korkunç olacağını düşünmüştüm ama değildi. Bedavaya tatil yapıyor gibiydim.

Ne olursa olsun aklım hala evdeydi. Kız kardeşimin ne yaptığını merak ediyordum. Acaba benim için çok endişelenmiş miydi? Akın'ın onunla ilgilendiğinden emindim ama içim rahat değildi. Annemin gelmesine daha çok vardı ve o evde yalnızdı. Çukur'da olduğu sürece sorun olmazdı. Mahalle onu korurdu. Doğruyu söylemek gerekirse Pars'ın da onunla uğraşacağını zannetmiyordum. Beni almıştı. Bu ona yeterdi.

Pars aklıma gelince irkildim. Dün gece yaptıkları tek kelime ile iğrençti. Hiç acımadan masadakileri öldürmüştü. Onun acımasız bir katil olduğunu biliyordum ama bunu gözlerimle görmek katlanılmaz gelmişti. Aynısını Akın yaptığı zaman ne düşünürdüm veya ne hissederdim hiçbir fikrim yoktu. Sadece bu kadar katil içinde yaşamaya alışmalıydım. Toplumda da böyle değil miydi? Hiç ummadığımız bir insan katil çıkabiliyordu veya olabiliyordu. Can almak artık insanlar için normalleşmişti. Can almak...

Aklıma öldürülen yüzlerce kadın gelince ağlamamak için kendimi zor tuttum. Bizi öldürüyorlardı. Hiç acımadan, korkmadan, düşünmeden acımasızca katlediyorlardı. İşin saçma olan tarafı ise bu katiller ellerini kollarını sallayarak geziyorlardı! Adalet yoktu hayır! Zalimlere işlemiyorsa bu adalet olmazdı. Kadın olmak işte böyle bir şeydi. Sevdiğin adam, kocam, nişanlım dediğin adam bir gün seni evinde, iş yerinde, sokak ortasında veya küçücük kızının gözü önünde öldürebiliyordu. Biz kadınlar katlediliyorduk ve adalet katillerimizi ödüllendiriyordu.

Daldığım düşüncelerin arasından arkamda duyduğum ses ile çıktım. Pars yanıma gelmişti. Beni nasıl bulduğunu hiç anlamamıştım. Yalnız kalmak ve kafa dinlemek için çatıya çıkmıştım. Evin çatısı fazla eğimli değildi. Buraya iki gün önce boş oturmaktan sıkılıp, evi gezerken keşfetmiştim ve çok hoşuma gitmişti. Gündüz çıkmak zordu ama geceleri muhteşem oluyordu. Rüzgar esse de umursamıyordum çünkü bahar yaklaştığı için hava ısınmaya başlamıştı. Dün yağmur yağarken bugün ılık bir hava vardı. İklim değişikliği yüzünü göstermeye başlamıştı.

"Dalmışsın..."

"Evet düşünüyordum biraz."

"Ne hakkında?"

"Her şey."

"Genel bir sorgulama için güzel mekan."

Yanıma oturduğunda elindeki kadehleri ve kucağındaki şarap şişesini gördüm. Burada bile içmeyi düşünüyordu. Aşağı uçmak gibi bir hayali olduğu kesindi. Burada kaldığım sürede Pars'ı gözlemlemeye başlamıştım. Çok asabiydi ve sürekli içiyordu. Asabiliği, mükemmeliyetçiliği yüzündendi ama içmesi... Altında başka bir şey vardı. Bazı geceler salonda içerken sessizce karanlıkta oturup tavanı seyrediyordu. Bunu neden yaptığını sorduğumda "karanlık bana nereye ait olduğumu hatırlatıyor" demişti. Pekala kabul ediyordum garip bir tipti.

"Yine mi içeceksin?"

"Evet ve bu sefer ortağımda var."

"Kim?"

"Sensin Taşkıran!"

"Saçmalama. İçmediğimi söyledim."

"Evet ve bunu bozmak niyetindeyim."

MetrukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin