Bir psikologdan duymuştum bunu. Kliniğine gelenlerin %90'ı yabancılardan değil yakın çevresinden zarar görenlerden oluşuyormuş hatta en yakın çevresinden. Travmalarımın büyük çoğunluğunu aile ve akrabalarım sayesinde elde etmiştim. Bir gece odamda cips paketinden hediye çıkan atlı karınca oyuncağımın sesini dinlerken annemle babamın bağırışlarının oyuncağımın rahatlatıcı tınısı bastırdığını işittim. Sanki bir desibel yarışmasında en yüksek sesi çıkarana ömür boyu kira ödememe ödülü vereceklermişçesine bağırışlar duyuyordum. O zamanlar en büyük hayallerimden biriydi kira ödememek. Deli kadın kapımıza her dayandığında annemin 15 dakika süren mahcubiyeti ve sivri dilli kara suratlı kadının annemin gırtlağına yapışır gibi söylediği her cümle beni sanki evin içinde kaktüs ağacının üzerinde oturuyor gibi rahatsız etmeye yetiyordu. Hangi sebeptendir bilinmez annem yine sinir krizi geçirmiş titriyor babam ise kasılan çenesini dilini ısırmaması için tahta kaşıkla ayırmaya çalışıyordu ama en büyük dileği annemin dilini ısırması ve bir daha konuşmaması olduğunu biliyordum. Bu kez krizin şiddeti dinmemiş annem saatlerce kendine gelememişti ne yalan söyleyeyim ben de endişelenmeye başlamıştım. İçeri giren ambulans ekibi beni rahatlatana kadar babamın yanında annemin yüzüne, saçlarına, yanaklarına kolonya sürüyordum. Alelacele annemi toparlayıp hastaneye kaldırıyorlardı yaz ayları olduğundan dolayı annemin üzerinde ince bir gecelik harici bir şey olmadığı için koşa koşa hırkasını alıp ambulansa yetiştirmiştim. Babamla birlikte ambulansa binmeye kalktığımızda şoför, ön koltuğa iki kişi alamayacağını söyledi. Arabamız, babamın borçlarının küçük bir kısmını karşılamak için satılmıştı .O dönemler hırdavat dükkanı işletiyordu fakat ortağının aldığı ihalelerin altından kalkamamaları babamın borç apartmanına bir kat daha çıkmasına neden olmuştu. Şoförle bir kaç dakikalık münakaşanın ardından babam bana evde kalıp beklememi söyledi. Biraz sinirli biraz da içtiği alkolün etkisinden dolayı ağzı köpürüyor annemle uğraşan hemşirenin yüzüne tükürük tanecikleri bırakıyordu. Ben eve girdim aradan 5 dakika geçti-geçmedi kapı çalmıştı. Sadığın annesi önce olan biteni öğrenip sonra beni evine davet etti fakat benim kalp kırıklığım geçmemiş Sadığın adını dahi duymak istemiyordum. Hatta 1 haftadır okuldan eve geliyor, evden dışarı adımımı atmıyordum. Sanki beni gören herkes elimde bir gazete kağıdıyla hayal ediyor ve beni yerin dibine sokmak için mücadele ediyordu. O gece, babam muhtemelen annemden onu aldattığına dair şüphelenmişti fakat annem krizleri sayesinde yine bir şekilde ilgiye kendine çekmişti. Aralarında sevgi olmadığı her hallerinden belli oluyordu. Annemin yürüyüşü babama batıyor, babamın evde olduğu vakit annem cenaze evindeymiş gibi morali bozuk yatıyordu. Babam genelde TV karşısında ayaklarını tombik şişelerin olduğu sehpaya uzatır tekli koltukta sızardı annem günün bir kısmını işte bir kısmını telefondaki sevgilisiyle geçirdiği için erken saatlerde yatağa girer depresif halde sabah olmasını beklerdi ve böylece beraber uyumadıkları binlerce günlerden birini yaşarlardı. Ben evdeki sessizlikle baş başa kalmıştım. Bir yandan uyumak istiyor bir yandan annemin durumunu merak ediyordum. Ortalığı toplamaya karar verdiğimde yarı uykulu bir şekilde tombik şişeleri poşetlere dolduruyordum. Anneannemin , annemlerin ilk evlendiklerinde hediye ettiği halının üzerinde 2-3 cm bir alanda kan lekelerini gördüğümde uykum tamamıyla kaçmıştı. Elime bir bez alıp silmek için eğildiğimde babamın her gece üzerinde sızdığı tekli koltuğun altında çok fazla keskin olmayan tırtıklı yarı plastik meyve bıçağını gördüm. Annemin defalarca şahit olduğum canına kıymak istediğini söylediği cümleler bilincimin altından sıyrılmış gün yüzüne çıkmıştı. Ortalığı toplamayı bırakıp arka planda televizyondan gelen sesler ile beraber derin düşünceler daldım. Adeta evin içinde oksijen tükenmişti nefes almak için kendimi dışarı atmam gerekiyordu. Odanın kapısına doğru yeltendiğimde nevresimleri yeni serilmiş annemin odasındaki yatağa bıraktım kendimi. Kafamı yastığa gömüp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Benim için ağlamadan ziyade bir boşalmaydı, haykırıştı. Ama yanımda yine hiç kimse yoktu. Ağlayarak uyuduğum ilk gece değildi belki ama yalnız olduğumu iliklerime kadar hissedip belirsizliğin kucağına bırakılmıştım...
Gözlerimi açtığımda uzaktan gelen mırıltılar eşliğinde kendi odamda yatıyordum. Anlaşılan her şey yoluna girmiş annem kondisyonundan zerre ödün vermeden telefondaki sevgilisiyle konuşuyordu. Etrafa boş boş baktığım 5 dakikanın ardından doğrulup kapıya doğru yürüdüm fakat sesler çok netleşmişti.
"-Evet, evet, bu akşam terminalde olurum."
İzmit'te teyzem oturuyordu. Yılda bir kaç kere bizi ziyaret ederdi. Önce aklıma o gelse de annem geçen hafta eniştemin yıllık izinde olduğunu teyzemlerin Balıkesir'e yazlığa gittiğini söylemişti. Kendimi annemin bizi terk edeceğine inandıramıyordum. Açık olan kapımın kolunu aşağıya bükerek biraz ses çıkartıp mutfağa geçtim. Yarım kavanoz salçadan başka açlığımı yatıştıracak bir şey yoktu. Babamın geçen sabah aldığı ekmeğin burnuna salçayı sürdüm iki kez ısırdıktan sonra tezgahın üzerinde dün tekli koltuğun altında bulunan meyve bıçağını gördüm. Bütün iştahım kaçmıştı. Ekmeği elime alıp dışarıya çıktım belki Sadığı görür annemin bizi terk edeceğini bir anlık unuturdum. Terliklerimi giyip ilk merdivenleri indiğimde Sadığın elinde rulo yapılmış para ile kapıdan çıktığını gördüm. Muhtemelen annesinin hazırlayacağı güzel kahvaltı için ekmek almaya bakkala gidiyordu. Annemi unutmuştum belki ama Sadığın yüzünde beliren bana attığı kahkahanın anısı kazınmıştı aklıma bir kere. Öğle vaktine bir kaç saat kalmış sokak topunu, ipini kapıp kendini dışarıya atan çocuklarla dolmuştu ben ise merdivenlerde oturmuş annemi düşünüyordum. İçimde ne bir burukluk ne de bir hüzün vardı aslında içten içe sevindiğimi fark ettim. Annemin var oluşu bana bir şey ifade etmiyordu belki de babam annemin yokluğunda benimle daha fazla ilgilenebilirdi. Bir kaç oyuna dahil olduktan sonra akşam saatlerinin geldiğini anladım içimde garip bir heyecanla annemin ne yapacağını merak ediyordum. Arkadaşlarımla vedalaşıp eve gireceğim sırada annemin kapıdan kolunda ağzına kadar dolu bir çanta ile çıktığını gördüm.
-"Nesin, ben Sema teyzene kahveye gidiyorum eve girince o ayaklarını yıka" dedi.
Ayaklarım mı ? Elinde içine teptiğin bir kaç eşya ile babamı aldattığın adama kaçıyorsun ve bana oyun oynarken tozlanmış ayaklarımı yıkamam gerektiğini mi söylüyorsun ? Diyemedim tabi.
Eve girdiğimde yüzümde bir gülümseme içime sığmayan mutlulukla şarkılar söylemeye başlamıştım. Neden bilmiyorum ama kendimi uzun zamandır bu kadar iyi hissetmemiştim. Neşem fazla uzun sürmedi çünkü aklıma babamın bu duruma vereceği tepki gelmişti. Bir anda içimdeki mutluluk gölünün suyu çekilmiş yerini çorak bir arazi almıştı. Annemin yatağına geçip babamın vereceği tepkilerin senaryolarını düşünmeye başlamıştım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
intiharın öncesi
Genç KurguHayat çoğumuza gülümsemek istemez. O "şanslı" dediğimiz insanları seçer özellikle ve genelimiz de şanssızlar arasındayızdır. Üzerimizden geçen şans füzelerine elimizi uzatmamızı isterler sanki onları tutabilecek gücümüz varmış gibi. Anlatacağım hika...