Oy verip bölüme geçin ve bol bol yorumlar bırakın ki hiç boş satırımız kalmasın 💚Twitter etiketi, #güzsayhası paylaşımlara bakacağım.
Bölüme, 🕊
14. BÖLÜM | ATEŞ MEVSİMİ
Annemin temizlik günleri gibiyim
Yorgun, solgun ve beyaz…
🕊
İnsanlar konuşanlar ve susanlar olarak ikiye ayrılırlar, ben suskun olanların tarafındayım. Ruhumu ve dudaklarımı derin bir sessizliğe mahkûm ettim.
Bazen sessizlik beni öylesine çok, derin kuşatıyordu ki bana sorulan her soruya sessizlikle yanıt vermek istiyorum. Her sorunun yanıtı sessizliğe çıksın istiyorum.
Yiğit Ömer, beni öylece koridorun ortasında bıraktığında bir süre yerimden kıpırdayamadan, gözlerimden yanaklarıma doğru kıpırdayan gözyaşlarıyla kaldım.
O an bedenim ruhumu taşıyan bir tabut, ruhum bedenimin içinde bir ölü, zaman beni karanlık hislere taşıyan omuzlardı.
Zaten ruhumu sapasağlam bulduğum bir ânı bilmiyorum ama perişan olduğu anları biliyorum. Çok kez ruhumun paramparça olduğunu, kırık dökük bir ruhla yola devam etmek zorunda kaldığım zamanlarım oldu elbette ama hiçbirine benzemiyordu bu.
Yiğit Ömer Yalçınkaya.
Artık burda değildi, hayatımda da değildi. Yanımdan çekip giderken hayatımdan da çekip gitmişti, öyle bir ayrılıktı bu. Bir araya gelişimizde nasıl sessizlik varsa ayrılışımız da sessizlik içinde olup bitmişti. Sanırım bir ömür yanımızda olacağını sandığımız insanları aslında birkaç dakika veya birkaç saniye içinde sonsuza kadar kaybediyoruz. Beni arkasında bırakıp yanımdan ayrıldığı o anda, kendimi geçmişin içinde babamın beni soğuk gecelerde kapının dışına, sert soğuğa, karanlığın koynuna bırakıp kapıyı yüzüme örttüğü benimse çok korktuğumu hatırladığım o derin geçmişin içindeydim.
Buz gibiydim, titriyordum, korkuyordum.
Yiğit'in bana yaptığı şey babamın vahşiliği karşısında hiçbir şeydi ama babamın bana yaptığı şeye benzer şekilde tepki veriyordu tenim; hatta Yiğit Ömer'e verdiğim tepkinin babama verdiğinden daha ağır olduğunu hissediyordum. Yine buz gibiydim, yine titriyordum ve bir daha onunla eskisi gibi olmamanın o yakıcı korkusu kalbimi titretip içimi kavuruyordu.
Babam geçmişimin, şimdimin, yaşamımın baş düşmanıydı, Yiğit benim düşmanım bile değildi.
Zihnimi darmadağın eden o tok sesi, bedenimin içindeki ruhumu yıkmaya devam ediyordu. Göğsümü yakan sıkıntılı ateş, göğsümde bir meleğin kanatları gibi açıldığında Yiğit'in bana verdiği kanatların kırıldığını hissettim.
'Aramızdaki fark, senin zihninin hastalıklı olması…'
Bu korkunç cümle, bu korkunç cümleye hayat veren ses, bu korkunç cümleyi düşüren dudakların aldığı o öfkeli şekil… bir türlü çekilmiyordu zihnimden. Hastalıklı mıyım ben? Öyle olmalıydım. Zihnimin yetersizliğine yaptığı vurguyu, zihnimden de zamanın içinden de silmek istedim.
Yiğit Ömer'in olmamı istediği o kişiyle, çoktan dönüştüğüm kişi arasında kaldığımı hissettim. Orası kişiliklerimizin arafı mıydı? Öyleyse, arafa düşen tek kişi olamazdım. Hep olmak istediğimiz ama aslında çoktan dönüştüğümüz kişiliklerimizi dürüst şekilde masaya yatırsak kaç kişi o masadan tek bir kişilikle ayrılırdı? Kişilik arafında kalan tek kişi ben olamazdım, olmamalıydım. Bu ağırdı. Tek olmak, yalnız olmak, benzerin olmamak. Yiğit Ömer'in bile arafa düştüğü anları mutlaka olmuştur.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜZ SAYHASI
Teen Fiction"Tekrar söyle, Alvina." Yerimde rahatsızca kıpırdandım. Ağzımdan kaçırdığım için zaten pişmandım, tekrar edemezdim. Çok utanıyordum. "Ben... Bir şey demedim," dedim. Yiğit ısrarla üzerime geldi. "Söyledin, sen az önce bana çok özel bir şey söy...