Karakterlerimin ikisi de sessiz, zor karakterler biliyorsunuz. Özlediğiniz için onlar arasında geçen diyalogları çoğalttım, bunu yaparken de boş konuşmaları uzak tuttum.
Bölüm için, 🕯yanan mum ve 🕊serçe (bunu serçe olarak hayal ediyoruz) bırakın...
9. BÖLÜM | KAFESİN İÇİNDEKİ SERÇE
Tut ki biri yüreğine aldı beni apansız
Yok olur giderdim daha güçlü varlığının önünde...Sözler doğru ve yalandan ibarettir. Susmak ise hilesi ve yalanı olmayan bir doğrudur. Bunun için insanlar konuşurken ben hep sustum.
Bedenimin içinde beni içimden küçük bir kurt gibi tüketen, geçmişe zamanın zincirleriyle ayağından bağlı, teni yara bantlarının kapattıklarıyla dolu delik deşik olmuş bir ruhun sahibiydim.
Zaman içinde içgüdüsel doğam, ruhumun ölümünü isteyen insanlar tarafından tıpkı görkemli bir şehrin savaşta yağmalanması gibi yağmalandı, kendi merhametini çiğneyen ayakların altında ezildi ve babamın avuçlarından korku akıttığı büyük elleri tarafından bastırıldı. Kendime açmaya bile cesaret edemediğim arzularım var benim, derinlerde. İnsan kendini arar mıydı? Ben arıyordum fakat sanki nerde arayacağımı bilemiyordum, içimde bu merakı ateş gibi tutuşturanın beni cevaba götürmesini hep bekledim; merak, sizi merak edilene götüren ilk adımdan başka neydi ki? İşte en çokta bu arzuma kavuşamamak duygusu yüzünden çoğu kez bazen aydınlığın kapladığı gündüzün altında, bazen karanlığın kapladığı gecenin altında yürürken, gündüzün ve gecenin beni içine alamayacağı günün gelmesini ve ikisinin de erişemeyeceği bir varlık olmayı diliyordum.
Dilimde zamanın acıta acıta bıraktığı dikiş izi vardı, örselenmiş sessizliklerin küskün diliydim ben. Ellerimi zihnime batırdığımda, susturduğum tüm sözlerin ardında bıraktığı kuru mürekkebin siyah tozları bulaşıyordu parmak uçlarıma. Fakat yine de ben sessizliğin tadını alabilirken, konuşanların hiçbir zaman konuşmanın acılığını anlayamadıklarını gördüm. Belki tam bir bilinç duygusuyla anlayamıyorlar ama bir çoklarından duyduğumuz dillerinden acı bir su gibi dökülen keşke gökte bir yıldız, yerde gezen bir böcek, denizde yüzen bir balık, toprakta biten bir çiçek olsaydım demeleri hissettikleri acılığın dışa vurumu olabilir miydi?
Benim sessizliğimden şikayetçi olan konuşanlar, gerçekten konuşmaktan usanmadılar mı, kelimeler onları daha mı mutlu ediyor?
Başımı hareket hâlinde olan otobüsün camına yaslayıp yeşil gözlerimle camın dışında kalan dışarıyı izlerken iç geçirdim, nefesim cama akseden görüntümü buğulandırdı. Görüntüm otobüsün gidiş hızıyla dalgalandı, sanki bir simülasyonun içindeydim ve istediğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasındaki boşlukta kalmış bir hologram gibi hissettim kendimi.
Yiğit Ömer nerdeydi acaba?
Okulun bittiğini haber veren son zil çaldığında, otobüs durağında Yiğit'i de görürüm sanıyordum. Belki son anda gelir, birlikte gideriz diye otobüse en son binmeyi tercih etmiştim ama onu görememiştim, okuldan çıkıp çıkmadığından bile emin değildim. Bugün olanların sıkıntısı hâlâ göğsümü yoklarken, benim için yaptığı şeyi ömrüm boyunca asla unutamazdım. O olay olduğunda kendimi duvardaki bir çivi gibi hissettiğimi çok iyi hatırlıyorum, an gelmişti ki enkaz duvarı yıkmış, o çivi enkazın altında kalmış bir yandan da biri gelse de beni kaldırsa, bana bu duvarın yıkılış sebebini anlatsa diye düşündüğüm anda Yiğit dahil olmuştu olaya. Fakat Yiğit ve ben iki kişilik aşkı bunca felaketin arasına nasıl sığdıracaktık bilmiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜZ SAYHASI
Teen Fiction"Tekrar söyle, Alvina." Yerimde rahatsızca kıpırdandım. Ağzımdan kaçırdığım için zaten pişmandım, tekrar edemezdim. Çok utanıyordum. "Ben... Bir şey demedim," dedim. Yiğit ısrarla üzerime geldi. "Söyledin, sen az önce bana çok özel bir şey söy...