BÖLÜM 4 | ANKEBUTEve geldiğimde hava kararmıştı. Babamın ayakkabılarını evin önünde gördüm, bu hiç iyi değildi. Derin bir nefes alıp eve girdim. Odamla, oturma odasının kapısı karşılıklıydı. Çantamı başımdan çıkarıp küçük dar holün duvar dibine bıraktım. İlk önce odama göz attım, annem yoktu.
Sakin adımlarla oturma odasına girerken, aslında bütün damarlarımda korkudan doğan adrenalin ve coşku akıyordu. Odaya girdiğimde, babam gözle görülür bir zevkle başına diktiği yeşil şişeyi ağzından ayırdı. Yanında, içinde üç sigara içtiğini gösteren kül tablası vardı. Babamın ellerinde ezilen ölü izmaritler, bana gençliğimin de yine onun ellerinden bir kül tablasında söndürülerek ezildiğini hissettiriyordu.
Korku, vebadan daha hızlı bir şekilde tenimin altında alevler saçarak çoğaldı.
Boğuk bir sesle, "Niye geç geldin?" diye sordu. Nefesleri, içtiği içkiden dolayı hırıltılı çıkıyordu. Bayatlamış mazotun keskin kokusuna karışan içki kokusu, küçük oturma odamızın bir ucundan diğerine yayılmıştı.
Dünyada bu kokudan daha nefret ettiğim bir şey olamazdı.
Duvardaki saatimiz, saniyeleri ölçüp tartarak ilerliyor, bir kalbin ritmi gibi tik takları gerilim dolu ilerliyordu. Hayatımın daha ne kadarını stres altında bırakılıp saatin sesini dinleyerek ve bekleyerek geçireceğim, merak ediyordum. Bu ne zaman son bulacaktı? Sanki bir ömür boyu Araf'ta yaşamışım gibi hissediyordum.
Gözlerimi yere indirdim. "Öğretmenimiz...," dedim duraksayarak. Bir an eline kaydı gözlerim, elinin hareketlerini kaçırmamaya çalışıyordum. İki yanında hiç de beni dövmeye hazırlanıyor gibi görünmüyordu elleri ama cümlemi devam ettirmezsem, belki dövecekti. Yutkunup devam ettim. "...okul kütüphanesini temizlememizi istedi, bu yüzden geç kaldım."
Babam dalga geçer gibi ağzından ses çıkardı. Yüzümü kaldıramadığım için, gözlerim yeniden eline kaydı, bir erkeğe göre elleri çok büyüktü, sanki gerçekten birilerini dövsün diye özel olarak ona tahsis edilmiş gibiydiler. Kendimi, ondan gelecek darbeye hazırlıyordum: Şimdi vuracak, birazdan, bekle de gör.
Babam, hiçbir şeyi beğenmeyen kibirli tavrını elden bırakmadan, "Biliyor musun, Alvina?" dedi sakin bir sesle. Kanepeye oturup bir bacağını diğer bacağının üzerine atınca afalladım, farklıydı bugün. Oysa ben şimdiye dek en azından bir tokat bekliyordum yüzüme. Rahatsız edici ses tonu tekrar kulaklarıma ulaştı. "Bugün canım seni hiç dövmek istemiyor, çünkü kumarda kazandım, keyfim yerinde." Bu söylediğine şaşırdığımdan, başımı yerden kaldırıp yüzüne baktım. Kurtulmuş muydum? Yüzünde rahat bir ifade olmasına rağmen, alışkanlık gereği daha fazla tutamadım bakışlarımı yüzünde. "Ama...," diye duraksadığında, gözlerimi kapatıp gergince nefes aldım. Söz konusu ben olduğumda asla kolayca sıyrılamazdım. "Bana dediğin gibi olduğunu ispat et, öğretmenin senden mi istedi sadece?"
"Hayır," dedim başımı sağa sola sallarken. "Efsun'dan da istedi."
"Yani Efsun yanındaydı?"
Bu soru karşısında yutkundum. Başka çarem olmadığı için, "Evet," diye yalan söyledim. Neyseki yüzüne bakmıyordum. Nefret ediyordum ama, ben şu yalan söylediğinde kızaran tiplerdendim. Babam beni, özellikkerimi bilmediği için yüzüne bakmış olsaydım da anlamayacağını kendime hatırlattım.
"Peki, bakalım öylemiymiş?" diye sorarken, ses tonunun yataklarında, öyle değilse öldün sen gibi bir imanın harfleri boylu boyunca yatıyordu. En ufak bir şüphede ses tonunda kıvrılıp yatan harfleri ateşe vererek tozu dumana katacağını da biliyordum. Beklemeden telefonu cebinden çıkardığında, ben hâlâ içinde bulunduğumuz şu âna inanamıyordum. Beni bilgilendirmek için ekledi. "Efsun'u arıyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜZ SAYHASI
Teen Fiction"Tekrar söyle, Alvina." Yerimde rahatsızca kıpırdandım. Ağzımdan kaçırdığım için zaten pişmandım, tekrar edemezdim. Çok utanıyordum. "Ben... Bir şey demedim," dedim. Yiğit ısrarla üzerime geldi. "Söyledin, sen az önce bana çok özel bir şey söy...