5.7

11K 797 208
                                    

| Altan |

Bazı şeylere alışılmıyordu, insan kaybetme korkusuna alışıp onu yok sayamıyordu. Günlerdir hayatımdaki herkesi, her şeyi kaybetmenin korkusuyla yüzleşiyordum. Yine de etkisi azalmamıştı, hala avuçlarım aynı şiddetle terliyordu. Hala aynı sarsıntıyla titriyordum. Apo'yu bir adım gerisinden takip ederken onun da benimle aynı korkuyu yaşadığını biliyordum.

Hedefe varana kadar dönüp bana bakmadı. Sadece kapıya ulaştığımızda omzumun üzerinden varlığımı teyit etme gereği duydu. Elini zile götürdüğünde onun da titrediğini fark ederek aynı suçluluk hissinin altında bir kez daha ezildim. Büyük sıçmıştım ve en kötü kısım henüz başlamamıştı bile.

Melih'in solgun yüzü tüm korkularımı yüzüme vurur gibi kapıda belirdiğinde derin, çok derin bir nefes aldım. Sanki son kez nefes alıyordum.

Konuşmadan bir adım geri çekilip içeri geçmemizi beklerken yüzümüze bakamadı. Hissettiğim baskı gözlerimde yaş olarak kendini dışa vuruyordu ve daha başlamamıştı bile.

Odasına giden yolu adımlarken başımı kaldırmadım. Bir sonraki adımı atmak dışında hiçbir şeye gücüm yoktu.

Uzun bir sessizliğin ardından "Konuşun hadi." dediğinde sesi sabırsızdı. Patlamak isterken kendini hapsediyordu ve onu en son Apo'dan darbe yediğinde böyle görmüştüm.

"Önce otur ve sakince dinleyeceğine söz ver."

Beklemediğim bir şey yaparak başını sallayıp yatağına çöktü. Sorgulayan gözleri ikimizin üzerinde dolanıyordu, o an sarsıcı gerçeği duymaktansa söyleyeceğimiz herhangi bir yalana inanmayı tercih edeceğini anladım.

"Fotoğraf gerçek, ama göründüğü gibi değil."

Başımı sallayarak onayladım. Melih yumruk yemiş gibi kaskatı kesilmişti ama kıpırdamak yerine nefes bile almadan ikimize bakmaya devam ediyordu.

"Anlat Altan."

Kuruyan dudaklarımın üzerinde dilimi gezdirerek zaman kazanmaya çalıştım ama ne kadar kaçarsam kaçayım aynı çukura düşeceğimi biliyordum. Ertelemeyi bırakıp "Apo'nun suçu yok," diye fısıldadım. "Ben öptüm onu."

"Öyle başlamasana lan bok kafalı, iyice sıçıyorsun."

Apo'nun homurtusuna aldırmadan gözlerimi Melih'e diktim.

"Kendime engel olmaya çalıştım ama olmuyor abi. Apo'dan hoşlanıyorum ben," art arda eklediğim kelimeler odanın ortasına bomba gibi düştüğünde kesik kesik soludum. "Tek taraflı bir şe-"

"Ne anlatıyorsun lan sen gerizekalı?"

Melih'in bakışları ikimizin arasında gidip gelirken ciddiyetimi bozmadan "Gerçeği anlatıyorum." diye cevap verdim.

Apo aynı hızla yakamı kavrayıp vücudumu silkelerken "Altan seni sikerim!" Diye kükredi. "Anlatsana lan işin doğrusunu-"

"Melih'in tekrar Tuna'ya bulaşmasını istemiyordun," Melih'e ulaşmayacak bir tonla araya sıkıştırdığım gerçekler yüzündeki ifadeyi yavaşça değiştirirken zar zor yutkundu. "Melih öğrenirse durmaz, biliyorsun. İki durumda da beni affetmeyecek, bari Tuna'dan uzak dursun."

Geldiğimizden beri ilk kez bir tepki vererek ayağa kalkıp "Neymiş işin doğrusu?" diye araya giren Melih'in sesiyle birbirimize çaresiz bakışlar atmayı bırakıp ona döndük.

Apo'nun tereddüt dolu bakışlarını ara ara üzerimde hissedebiliyordum ama durumu olduğundan daha kötü bir hale sokmak istemiyordum. Nasıl olsa iki durumda da aynı sonuca varacaktık. Önümde uzanan yolun sonunda Melih'in yüzüme tükürüp bana siktiri çekmesi dışında bir seçenek göremiyordum.

"Konuşsanıza lan!"

Gözlerini esir alan korkuya baktıkça boğazımı sıkan suçluluk hissinin baskısı artıyordu. Bakışlarımı kaçırıp ayaklarıma dikerken zar zor "Sen yokken oldu ne olduysa," diye devam ettim. İlk kez yalan söylemiyordum, ama tereddüt etmeden söylediğim ilk yalan buydu.

Her cümlenin sonunda sessizliğe gömülmemden rahatsız olduğunu belli edercesine bana doğru adımladı.

"Ne oldu ben yokken?" Sabırsızlığı ses tonundan bile belli oluyordu. "Ne oldu Altan? Yarım yamalak anlatıp çıldırtma beni."

"Sakin ol."

Apo'nun elini itip yüzünü hizama indirirken kaşları neredeyse ortada birleşmişti. Kaçmayı bırakıp gözlerinin içine bakarak "Ne olduğunu anladın." dedim.

Kısa bir an donup kaldı. Boş gözlerle yüzüme bakarken konuştuğum dili anlamıyormuş gibi bir ifadesi vardı.

"Anlamadım." Kuru fısıltısı kulaklarımı tırmaladı. Yutkunarak yok etmeye çalıştığım yumru cam gibi kesiyordu.

"Sen yoktun, başta Tuna'ya karşı yalnız olduğu için acıdım, yanında olmak istedim." Elleri saçlarının içinden geçti. Şaşkınlığı elle tutulacak düzeydeydi. Hala inanmadığını biliyordum, çünkü yapmayacağımdan emin olacak kadar tanıyordu beni.

"Ben, anlamıyorum." Havada süzülür gibi yatağına doğru yürürken gözleri bomboş bakıyordu. Yatağa çöküp dirseklerini dizlerine dayararak öne eğildiğinde hala "Anlamıyorum." diye sayıklıyordu.

"Keşke böyle öğrenmeseydin." Gözlerini yerden kaldırıp benimkilere odakladığında sert duruşum çatırdamaya başladı. Çünkü gözlerindeki ifade öfke değildi, çaresizlikti.

"Ne olacak şimdi?"

Buğulanan görüşümü gözlerimi yumruklarımın arkasına gizleyerek kararttım. Apo'ya karşı hissettiğimi sandığı şeyi değil, bunun bize ne yapacağını soruyordu.

Sesimdeki çatlamaya rağmen ikisini işaret edip "Ben artık bunu izlemek istemiyorum." dedim.

İkisi de dolu gözlerle beni izliyordu. Aynı görünmelerine rağmen gözlerindeki yaşarmanın sebebi farklıydı. Melih kendi çaresizliğinin içinde boğulurken Apo benimkinde boğuluyordu. Beni en iyi onun anlayacağını biliyordum, çünkü Tuna'nın uçuruma sürükleyerek yalnız bıraktığı ilk kişi ben değildim.

"Engel olmak için uğraşmışsındır, biliyorum."

Başımı salladım. Gerçekten uğraşmıştım, bana doğru attığı her adımı izlemiştim, onunla birlikte gerilemiştim. Melih'in sandığı şekilde değildi belki, ama gerçekten çabalamıştım.

Hızlı bir hareketle gözlerimi kurulayıp "Neyse, durum bu." diye toparladım.

Bu kez çaresizce Apo'ya baktı. İlk şoku hala atlatamadığı belli oluyordu. Beklediğim tepkiyi vermemiş olabilirdi, ama gerçeği duyarsa bu kadar sakince kabullenemeyeceğini biliyordum ve şu an, beladan uzak durması üzgün olmasından daha önemliydi.

____

ben ne yazıyom aq ya valla boka sardık hayal ederken çıkış bu kadar karanlık görünmüyudu

strawberries&cigarettesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin