15.BÖLÜM

62.2K 2.3K 172
                                    

Akrep ve yelkovan birbirini kovalamış, günler geçmiş ve koskoca bir ay dolmuştu. Sanki bir gün gibi gelen tüm bu zaman zarfında ölü gibi hissettim kendimi yalnızca. Bedenim nefes alıyor diye illa yaşıyor mu olmam gerekiyor?

Gerekmiyormuş. Bunu bir ayda çok iyi anladım.

Hiçbir şey yapmadığımı gören adam umutsuz halime acımış ve evin etrafına adım adım yerleştirdiği adamlardan sonra odadan çıkmama izin vermişti. Çok da büyük olmayan bahçe de başımı çevirdiğim her yerde beli silahlı adamlar vardı. Kaçmaya çalışmamıştım bu zamana kadar ama deneyecektim. Öylece ölümün gelip enseme yapışmasını beklemeyecektim elbette.

En önemlisi görülecek bir hesabım vardı benim!

Her geçen gün kaçmayacağıma inanan adam arada benimle sohbet ediyor, bacağımdaki yara için doktor çağıyor ve sıkılmayayım diye kitap alıyordu bana. Kulağa hoş gelen bu şeyleri yaşamak iğrençti. Sürekli yüzünde sinsi bir gülücük vardı ve her konuşmamızda Fıraz'ın benden sonraki hayatını zevkle anlatıyordu bana. Geçen gün bir kadınla fotoğrafını göstermişti. Gördüğüm kadının Pelin'den başkası olmayışı beni çıldırtmıştı ama bunu Devran'a belli etmedim. Adamın niyetini hala bilmiyordum ve beni öldürmediğine göre ulaşamadığı amaçları vardı daha.

"Yemek saati, haydi gel." Kırk yıllık ahbapmışız gibi konuşması yok mu! Beni çıldırtıyor resmen. Bir şey söylemeden kalkıp yemek masasına geçtim. Havalar soğumuş ve kış kapıya dayanmıştı artık. Evin içinde şömine vardı ancak her zaman çok üşüyen birisi olduğum için hırkam eksik olmazdı üzerimden. Etiketleri üzerinde olan kıyafetleri gördüğümde burada uzun süre kalacağımı anlamıştım zaten ama neyi beklediğini daha hala anlamış değilim. "Bugün nasılsın?"

Omzumu silktim yalnızca. Ardından servisi açılan yemeğime odaklanıp ağır ağır yemeye başladım. Onunla hiç konuşmuyordum ve buna alıştığı için artık monotonluk kazanan bu davranışlarımı yadırgamıyordu.

"İki kahve yap bize," Biten yemeğinin üzerine masadan kalkmadan önce konuşmuştu. Evde çalışan yabancı bir kadın vardı ve söylediklerini anlamadığımı sanarak İngilizce konuşuyordu sürekli. Kadın onu onayladığında bakışlarını üzerimde hissettim ama sonuna gelmek üzere olduğum yemekten başımı kaldırmadım. "Terasa gel sende." Benden cevap beklemeden kaybolduğunda derin bir nefes aldım. Ne diyecekti acaba? Ya da ne isteyecekti? Yaram iyileştiği için artık kaçmam sorun olmazdı benim için. Bir plan yapmadığım için pişman olurken terasa doğru adımladım. Devran eve geldiğinde nereye kaybolduğunu bilmediğim adamlar yine ortalıkta yoklardı. Terastaki ikili koltuğa rahatça oturduğunu görünce bende karşısında kalan tekli koltuğa oturdum. Güneş batmak üzereydi. Yüzüme vuran kızıl ışığına rağmen üşüdüğümü hissederek hırkamı çekiştirip önümde bağladım.

"Seni neden kaçırdığımı hiç sormadın, neden?" Sigarasını yakarken bir tane de bana uzattı ancak her zaman olduğu gibi reddettim. Yüzüne bakmak yerine gün batımına çevirdim bakışlarımı.

"Çünkü günah keçisi olmaya alıştım ben artık, sorgulamıyorum." Kısık sesimi duymakta zorlandığına eminim zira ben bile zor duydum ancak aramızda oluşan sessizlikten anladığını da anlamak zor değildi.

"Bu yüzden mi kaçmaya çalışmıyorsun?" Derin bir nefes alıp bakışlarımı gözlerine diktim.

"Ne yapacağını merak ediyorum ama umursamıyorum. Bu yüzden kaçmıyorum." Son cümleye istemeden vurgu yapmıştım ancak o da ben de üzerinde durmadık. Çalışan kadın gelip kahveleri bıraktıktan sonra çıkmadan önce Devran "Odayı hazırla," dedi yine İngilizce. Söyledikleri yüzünden kaşlarım çatılırken keskin gözlerinden kaçmadı bu. Kadın ortadan kaybolduğunda yine tüm dikkati benim üzerimdeydi. "Niye sürekli İngilizce konuşuyorsun?" dedim şüphelenmesin diye.

SIĞINTI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin