Şirkete geleli yarım saat olmuştu. Yarım saattir bir oraya bir buraya koşturuyordum. Hiç mesaj atmamıştı. Sehun ve Bay Kim resmen kurtarıcım olmuştu. Beni ondan koruyorlardı. Bu kadar korkacağı şey ne olabilirdi ki? Ona pek kafa yormuyordum. Artık korkacağım bir şey yoktu. Bugün nasıl ifşalanacağım diye uyanmıyordum artık. İçim rahattı ve arkadaşlarımla aram düzelmek üzereydi. Bir anda telefonum çalınca arayan kişiye baktım. Yoongi arıyordu.
"Efendim?"
"N'aber güzellik?" dediğinde gülümsedim. "İyiyim Yoongi, çalışıyorum. Senden n'aber?"
"Ben de aynı. Mezuniyete 1 hafta kaldı. Heyecanlı mısın?"
"Eh. Ne yapacağız?"
"Herkes farklı bir şey diyor..." Homurdandı. "Jisoo beni öldürüyor. Mezuniyetten sonra evde toplanalım diyor başka bir şey demiyor."
"Jisoo tam bir ev kuşudur, bunu dediğine şaşırdın mı gerçekten?" dediğimde güldü. "Jennie, Taehyung ve ben mezuniyetten sonra alkol alalım diyoruz. Bir clubta olabilir, ya da bar tarzı bir yerde."
"Kulağa kötü gelmiyor," dedim gülerek. "Ama bunu Rose'nin kabul edeceğini hiç sanmıyorum."
"Jimin'i de çağıracağız. O gelirse kesin gelir. Sevgililermiş diye duydum."
"Oha, Rose böyle bir şeyden hiç bahsetmedi."
"Gizliyorlarmış zaten. Jennie, Jimin'in telefonunda 'Aşkım' diye kaydettiği numaraya baktığında Rose'nin numarası olduğunu görmüş."
"Rose sonunda muradına erdi..." dedim gülerek. "Yakışıyorlar aslında."
"Rose'nin azmi bende olsaydı şu an tıp fakültesinde okuyordum," dedi Yoongi gülerek. Ben de güldüm. Gerçekten bir insanı kazanmak için ne kadar çabalanabilirse Rose, Jimin için o kadar çabalamıştı.
"Şimdi kapatmalıyım..." dediğimde Yoongi sözümü kesti. "Tamam, bu gece Taehyung'da toplanacağız. En geç akşam 8'de orada ol!"
"Tamam tamam..." dedim bıkkınlıkla. "Sonra görüşürüz."
Yoongi'yi seviyordum. En başta benden hoşlandığını düşünmüştüm –ki bu doğru olabilirdi- ama şu an en yakın arkadaşlarımdan biriydi. Ne olursa olsun diğerleri gibi hep yanımda olmuştu ve onun arkadaşlığını kaybetmek istemiyordum.
Telefonu kapattım ve çantama koydum. Kapım tıklatıldığında önümdeki kağıtları düzenlemeye çalışarak konuştum. "Gel."
Kapıdan kafasını uzatan kişiye baktım. Sehun'du. "Ne haber?"
"Ne olsun," dedim önümdeki kağıt yığınını göstererek. "Jin toplantının raporlarını sana veriyor, hah?" dedi gülerek. Sıkıntıyla başımı aşağı yukarı salladım. "Stajyer olmak böyle bir şey değil mi zaten? Bütün gereksiz işleri biz yapıyoruz."
"Yanlış düşünüyorsun. Yemek sipariş etmenin ya da yere düşen kalemleri toplamanın hangisi gereksiz iş?" dedi Sehun dalga geçercesine. Gözlerimi devirdim. "Senin okulda olman gerekmiyor mu? Ya da ne bileyim sözlü notlarımızı sisteme girmen falan?"
"Geçemedin sözlüyü Lisa. Neyi bu kadar merak ediyorsun?" Ağzım bir karış açıldı. "Geçemedim mi?"
"Sana Komünist Manifesto kimin kitabı diye sorduğumda bana Orhan Pamuk dedin." Ofladım. Bütün sınıfın bana kahkaha atışı gözümün önüne geldi. "Karıştırmış olamaz mıyım?"
"Olabilirsin de... Keşke çalışsaydın. Yapacak bir şey yok."
"Ne kadar kötü birisin," dedim omzuna vurarak. "Azıcık notumu bile yükseltmiyorsun. Güya arkadaşız."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
a stolen life | lisa & jungkook
Fanfictiontelefonunu kaybeden psikoloji öğrencisi lalisa manoban, telefonunu bulan kişinin kendi hayatını kontrol etmeye çalışacağını ve ona istediklerini yaptıracağını hiç tahmin etmemişti. onun hayatını kontrol etmeye çalışan jeon jungkook'un ise tahmin ed...