yirmi iki

3.7K 356 341
                                    


euphoria

Aşk. Sözümona kimyasal bir reaksiyon olarak varsayılan aşık olmak, belirli maddeler ve alkolle benzer şekilde bağlılık yapan bir telaştır. Euphoria duygusu ve Ari'nin de notunda belirttiği üzere biri dopamin olan, beyindeki kimyasalların kombinasyonunun salınımı, mutluluk ve neşe hissettiğimizde beynimizin uydurduğu diğer kimyasal reaksiyonlardan pek de farklı sayılmaz. Tıpkı yoğun bir günün ardından eve geldiğinizde köpeğinizin sizi ıslak öpücüklere boğması gibi, ya da yerde para bulmak, oyunu kazanmak, sınavda 100 üzerinden 100 almak, taptaze kurabiyelerin tatlı kokusunu duyumsamak ve daha sonrasında ilk ısırığı almak gibi.

Euphoria buydu işte.

Fakat Jimin onu gördüğünde, hiçbir şey hissetmiyordu. Kibar ve problematik olmayan eski sevgilisine karşı, yalnızca arkadaşça duygulara sahipti.

"Selam yabancı," Dogmin gülümsedi, Jimin ile birbirlerine yaklaşıyorlarken. Jimin babasından, ana kapıya gelmesi gerektiğine, Dongmin'in hastanede olduğuna ve birlikte kahve içmek istediklerine dair bir mesaj almıştı. Lee Dongmin. Jimin ve bu yakışıklı avukat, ailelerinin dost olması aracılığıyla tanışmışlardı. Sevgili oldukları zamanlar Jimin'in anne ve babası avukata adeta bayılıyorken, Dongmin'in ailesi de Jimin'i çok seviyordu. Bayan Park, oğlunun ayrılık haberini vermesiyle adeta yıkılmıştı.

"Selam," Jimin de gülümsedi. Birbirlerine sarıldılar. Aralarında küskünlük veya dargınlık yoktu çünkü yüksek ihtimal ayrılıkları, tüm ayrılıklar tarihindeki en huzurlu ve olgun ayrılıktı. Ayrıldıkları zamandan bu yana birbirlerini üçüncü görüşleriydi ve her seferinde gayet dostanelerdi.

"Ne işin var burda?? Her şey yolunda mı?" diye sormuştu Jimin samimi endişesiyle. Sonuçta burası bir hastaneydi.

"Yani, ben iyiyim. Ama annem biraz hasta ve güçsüz hissediyor. Tabii başka semptomları da vardı, bu yüzden şu an sağlık kontrolleri yapılıyor ve bir de serum taktılar. Ben de yanında bulunmak için geldim işte. Şu anda da MR'da. Umarım ciddi bir şeyi yoktur."

Jimin kaşlarını çatıp semptomlarına dair birkaç soru daha sordu. Biraz daha bu konu hakkında konuşmaları ardından Jimin, çalışmaya döndüğünde mutlaka dosyasını kontrol edeceğine dair söz verdi. "Çok fazla endişelenme, olur mu? Onunla çok iyi ilgileneceğiz." Jimin güvence verdi.

"Teşekkürler Jimin. Sen nasılsın peki?"

"Ben... ben iyiyim. Yoğunum sadece."

"Her zamanki gibi, Dr. Park. Hiç ara vermiyorsun değil mi?" Dongmin güldü ve Jimin özür dilercesine gülümseyip kafasını salladı. Ayrılık sebepleri de buydu ya: Jimin işle o kadar meşguldü ki Dongmin'e zar zor zaman ayırabiliyordu.

"Hey. Buraya ara vermek için geldim ama. Öyle değil mi?"

"Lee byun!" Jimin ve Dongmin sesin geldiği tarafa bakınca başkanın kendilerine doğru geldiğini gördüler. "Ve size de merhaba Dr. Park." (ç/n: byunhosa avukat demekmiş, dolayısıyla Lee Dongmin'in Lee'si ile Byunhosa'nın byun'unu birleştirdiğimizde Lee Byun oluyor. Kelime oyunu(?) yapılmış sanırım eheheh.)

Jimin göz devirdi. "Merhaba başkan."

Dongmin kıkırdayıp saygıyla eğildi. "Merhaba başkan Park. Nasılsınız?"

"Oh, harikayım Lee Byun! Hadi gel gel, kafeteryaya gidip burda böyle ayakta dikilmek yerine oturalım!"





Jungkook büyük bir ameliyattan henüz çıkmıştı ve adeta açlıktan ölüyordu, tek düşünebildiği bir an önce bir şeyler yiyebilmekti şu an. Tam, nöbet odasına gidip çekmecesinden öğle yemeği için bir kutu ramen çıkartmıştı ki Taehyung ve Namjoon içeri girdi.

a Dose of SaltHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin