Hızlı adımlarla saraya ilerlerken babamın beni odada bulamayışıyla çok da küçük sayılamayacak kadar hatırı sayılır bir kaosun içine düşmüştüm. Odama girdiğim anda babamın tükürüklerini saçarak zehirlerini akıtmasını sabırla beklesem de son anda sinirini çıkaramayarak atacağı tokadı beklememiştim açıkçası.
Başkanın dediği gibi, ölümsüz olsam da hâlâ acıyı hissediyordum. Kızaran yanağımda, kulaklarımda ve en çok da yüreğimde...
Kaçıp gitmemiştim ki. Sadece biraz dışarıya çıkıp gizli bir ayine katılmıştım alt tarafı. Bu muameleyi hak etmiyordum. Kesinlikle hak etmiyordum.
Odadan çıkmadan önce parmağını yüzüme sallayarak "Akşama Jeon gelecek. Tek bir kusurunu görürsem..." dediğinde cümlenin devamını duymama gerek yoktu. Ne kadar acımasızlaşabileceğini çok iyi biliyordum. Tecrübeyle sabitti.
Her ne kadar en paspal halim ile Jeon'un karşısına çıkmak istesem de babamın odama gönderdiği binbir çeşit görevli ile fazlaca iyi hazırlanmıştım.
Saçlarım, makyajım, takılarım, baştan aşağı giydiğim beyazlar... Fazlaca hazırdım. Yemek taşıyan görevlilerden birisiyle çarpışıp halimi oldukça özensiz bir duruma getirmek istesem de onca çabama rağmen tüm görevliler bugün her zamankine göre ekstra dikkatliydi.
Babamın gönderdiği bir görevli Jeon'un geldiğini ve babamın beni aşağıya çağırdığını söylediğinde sıkıntıyla bir nefes verdim. Anlaşılan Demeter'in gücü bile Zeus'un oğluna yetmemişti. Belki de sonrasında iptal olurdu bu izdivaç fikri.
Ne demişler; umut fakirin ekmeği...
Saygısızlık olarak algılanması için fazlaca ağır adımlarla merdivenlerden indim. Ne kadar geç kalırsam o kadar bana kin duyup benimle evlenme fikrinden uzaklaşırdı. Yani öyle umuyordum.
İneceğim basamak sayısı olabildiğine yavaş inmeme rağmen hızla azalırken kalan son birkaç basamağa takıldı bakışlarım. Acaba "Ayakkabılarım leke olmuş." deyip tekrar odaya çıksam babam yer miydi?
Babam yalanımı yemezse muhtemelen bir şeyleri yiyecek olan ben olduğum için kaderime boyun eğdim.
Son basamağı da indiğimde adımlarım yemek salonuna yöneldi. Büyük kapının oldukça sesli bir şekilde açılmasıyla başımı öne eğip içeriye girdim. Israrla başımı kaldırmıyordum. Ne kadar geç, o kadar iyi değil mi?
"Jimin, Jeon Jungkook ile tanış." dedi babam gür sesiyle. Babamı tanımayan birisi onun ricada bulunduğunu düşünebilirdi ama hayır, sesi benim için bariz bir azarlama ve tehdit içeriyordu.
Kaderime boyun eğip başımı kaldırdığımda gözlerim önce babamı buldu. Ardından da babamın sert bakışlarından kaçarken babamın yanında dikelen bedeni...
Şu an babamın sert bakışlarında donup kalmış olmayı bile tercih ederdim.
Bütün bedenimi ne olduğunu anlayamadığım birçok duygu sararken bununla nasıl baş etmem gerektiğini bilemiyordum.
O kadar duygu karmaşasına karşı koyamayıp kahkaha atmaya başladığımda babamın beni misafirimizi yolladıktan sonra bir güzel benzeteceğine yüzde yüz emindim ama o an için o bile umurumda değildi.
Gülmekten gözümde biriken yaşı silip, iki büklüm bedenimi düzelttim.
"Kusuruma bakmayın. Biraz stresliyim de." dedim babamın uyarıcı bakışlarına daha fazla karşı koyamayıp.
Babam saygıyla, sanki yanlış bir şey söylese yanındaki adam onu boğazlayacakmışçasına bir çekingenlikle "Bu da oğlum Park Jimin." diye beni tanıttı. Açıkçası babamı ilk defa birilerinin yanında bu kadar eğilip bükülürken görüyordum. Gerçekten Jeon'dan korkuyor olmalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eleusis • Jikook
FanfictionSounion Kralı, Zeus'un oğlu Jeon Jungkook belki de onu istemeyen tek kişiye izdivaç teklifi ile gider. Park Jimin ise Jeon ile evlenmemek için Tanrıça Demeter'e yalvarmaktan başka bir çare bulamaz.