Merhabalar ve iyi okumalar 💜
Son on dakikadır, sessizce Jungkook'un getirdiği kahvaltılıkları yiyorduk. Açıkçası az önceki atılganlığım içime kaçmıştı ve ben Jungkook'un bir adım atmasını bekliyordum.
Ama atmıyordu.
Belirsizliğin getirdiği sinir bedenimi yavaş yavaş sararken ben de yediğim şeyleri sinirimi onlardan çıkartmak istercesine çiğniyordum. Öyle ki Jungkook şaşkınca bana bakakalmış, ardından benim sinirli bakışlarımla karşılaşınca geri önüne dönmüştü. Artık daha sinirliydim.
Hızlı hızlı ağzımdakileri çiğnerken dudağımı ısırdığımda acı dolu bir inleme kaçtı dudaklarımdan. Acıdan gözlerim dolmuştu resmen.
Ben hep böyleydim işte. Kendi kendime durduğum yerde sinirlenir, o sinirin acısını da bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde kendimden çıkarırdım.
Şimdi de kurban zavallı alt dudağım olmuştu.
Jungkook da ne olduğunu anlamak istercesine beni panikle incelerken "Dilini mi ısırdın yoksa? Aç bakayım." diyerek çenemi kavramıştı.
Başımı iki yana sallayıp işaret parmağım ile alt dudağımı aşağıya doğru çekiştirdim. Böylece ısırdığım yeri görebilirdi.
"Kanıyor." diye mırıldandığında bir yanım alt tarafı dudağımı ısırdım, dudağım kopmadı dese de diğer yanım üzerimdeki bu ilgiden fazlaca hoşnuttu. Yine de endişeli haline daha fazla dayanamayıp "Problem yok, o an acıdı sadece. Devam edelim yemeye." diyerek geri yerine oturması için çenemdeki elini ittirdim.
Tereddütle bana baktığında "İyiyim." diye net bir tonda konuştum. Tanrı aşkına, dudağım kopmamıştı ya!
Geri yerine yerleştiğinde az önceki sessizlik yine baş göstermeye başlamıştı. Neden konuşmuyordu bu adam?
Daha fazla dayanamayarak "Neden susuyorsun?" diye sızlandım. Resmen lafı ağzından cımbızla alıyordum.
Dudaklarını araladığında bir şey diyecek diye beklemeye başlasam da o bir türlü kelimeleri bir araya getiremiyordu anlaşılan. Sıkıntıyla bir nefes verdim. Jeon Jungkook ile daha çok işimiz vardı.
En sonunda "Biz neyiz?" diye sorduğunda gülsem mi, ağlasam mı bilememiştim.
Jeon Jungkook, krallığıma izdivaç teklifi ile gelmişti. Babam kabul etmişti. Şu an onun gemisinde, onun -ve aynı zamanda artık benim- topraklarına gidiyorduk. Evlenmek için. Jeon Jungkook ise gelmiş bana "Biz neyiz?" diye soruyordu.
Ağlamak için enerji bulamadığımdan gülmeye karar verdim. Durumun absürtlüğü karşısında kahkahalarımı tutamıyordum. "Jungkook biz evleneceğiz farkındasın değil mi? Oradan ne gibi görünüyoruz?"
Şapşalca yüzüme bakıp ardından iç çekti. "Sevgi dolu bir evlilik ve zoraki bir evlilik arasında farklar var Chim. Takdir edersin ki ben de hangisini yapıyor olduğumu öğrenmeye çalışıyorum."
Mantıklı açıklaması ile kahkahalarım durmuş, yüzümde ise minik bir tebessüm kalmıştı. "Imm, bilmem. Neyiz biz Jeon, evlenmek üzere olan iki kişinin dışında? Özel bir adlandırmaya gerek olduğunu düşündüğün bir şey mi var?"
Yüzümdeki saf sırıtışın aksine gözlerimde muzırlık parıltıları vardı ve Jeon'un da bunu fark ettiğini gülüşünden anlayabiliyordum. "Öpüşmüş iki insan?" dedi sorar bir ifade ile.
Aklıma gelen anla istemsizce yutkunurken Jungkook'un gülüşü daha da genişledi. Gözü ise gözlerime sıkıca kenetlenmişti. Benimle uğraşmak hoşuna gidiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eleusis • Jikook
FanfictionSounion Kralı, Zeus'un oğlu Jeon Jungkook belki de onu istemeyen tek kişiye izdivaç teklifi ile gider. Park Jimin ise Jeon ile evlenmemek için Tanrıça Demeter'e yalvarmaktan başka bir çare bulamaz.