AY BEN GELDİMMMM
Aylardır bu bölümü yazıyormuş gibi hissediyorum. Sonunda bitirdim bölümü #şükür
Sizi şimdi bölümle baş başa bırakıyorum.
Oy ve satır arası yorumlarınızı bekliyorum. Bölüm sonunda mit kısmımız var yine, orda buluşalım
İyi okumalar 💜
Başım kazan gibiydi. Aklımdaki düşünceler, havzasına sığamayan bir akarsu gibi her şeyi talan etmeye başlamıştı. Her şeyle beraber ben de sürükleniyordum.
Jungkook ile daha fazla konuşmaya ve yeni bir şeyler öğrenmeye mecalimin kalmadığını fark ettiğimde biraz uyumaya ihtiyacım olduğunu söyleyerek gözlerimi kapatmıştım dünyanın gerçeklerine bir süreliğine.
Ancak az önce uyanmıştım ve tüm gerçekler hiç zaman kaybetmeden, yüzüme her saniye sert bir rüzgar gibi çarpıyordu. Sindirmemin çok zor olduğu şeyler vardı. En büyüğü ise Afrodit'in yaşayan tek çocuğu olduğum gerçeğiydi. Bu gerçek birçok şeyin tepetaklak olmasına neden oluyordu. Ailem yalandı, Apollon'un kehanetindeki o kişi bendim, Afrodit'in oğluydum ve her nasıl olacaksa Jungkook ile beraber Zeus'u devireceğimiz kehanet edilmişti. En azından babam, gerçek babam mıydı diye sorgulasam da bir sonuca ulaşamadığım için delirme noktasına gelmek üzereydim.
Sinirle bir çığlık atıp yastığıma sarıldım. Hiçbir şey bilmiyorken her şey daha kolaydı sanki. Tek yaptığım Jungkook'un bana gerçekleri söylemiyor oluşuyla ilgili sızlanmaktı. Şimdi ise tüm Olimpos'un kurtulmak istediği o çocuk olduğumu öğrenmiştim.
Hala yaşadığıma göre kimse gereçekleri bilmiyordu ya da Jungkook çoktan Olimpos'ta bir kamuoyu oluşturmuştu kendisi lehine. Hiçbir fikrim yoktu. Bildiğim tek şey Jungkook'a güvenmem ve onunla kalmam gerektiğiydi. Sonuçta ruh eşimdi, öyle değil mi?
Homurdanarak yatakta doğruldum ve saçlarımı yolmak istercesine karıştırdım. Odaya şöylece bir göz atmaya başladığımda ise istemsizce küçük bir çığlık kaçtı dudaklarımdan.
Jungkook odanın köşesindeki tekli koltuğa oturmuş, avcı bir kuş gibi beni süzüyordu resmen. Yanlış bir şey mi yapmıştım? "Korkuttun beni." diye mırıldandım ama sesim oldukça çekingen çıkmıştı. Hiçbir şey demeden hızla oturduğu yerden kalkıp bana doğru yürüdü. Her ne kadar gerilsem de Jungkook'tan kaçacak kadar da korkuyla kafayı yememiştim. En sonunda yatağa oturup yüzlerimizi hizaladığında "Seni kırdım mı?" diye sordu ciddi ifadesiyle.
Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken "Neden ki?" diye yanıtladım onu. Eli usulca çenemi kavradı ve baş parmağı usulca çene hattımı dolaşmaya başladı. "Arkandan çok fazla iş çevirdim. Her ne kadar seni korumak için olsa da... Bilemiyorum. Özür dilerim." diye mırıldandı. Sesindeki pişmanlık bedenimin her zerresinde yankılanacak kadar güçlüydü ve yüzündeki ifadeden de bu durumdan dolayı benden fazlaca çekindiğini kestirebiliyordum.
Beni kırmış mıydı? Açıkçası aklımda dönen onca sorunun arasında bu soruya gereken değeri vermemiştim çünkü onca karmaşanın arasında bir de Jungkook'a kırılırsam kolay kolay toparlayamazdım. Tutunacak bir dala ihtiyacım vardı ve tüm hayatım kahrolası bir kavak ağacından farksızdı. Dalları vardı elbette kavak ağacının ama dallardan herhangi birisine, tutunabilecek kadar güvenmek aptallık olurdu. Belki Jungkook da tutunmak için çok sağlam bir dal değildi ama en sağlam görünen dal oydu ve ben de düşmemek için tutunmak zorundaydım.
"Sana kırılıp kırılmadığımı düşünmeye cesaretim yok." diye mırıldandım dürüstçe. "Açıkçası sana kırılmaya gücüm de yok."
Sesli bir nefes verip kollarını omzuma sardı ve beni göğsüne çekti. Boğuştuğum onca şey içinde, içimden sadece ağlamak geliyordu. Ağlamak ve her şeyin öylece yoluna girmesini beklemek istiyordum. "Çok yoruldum." diye sızlandım. "Keşke her şey bu kadar karmaşık olmasa."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eleusis • Jikook
FanfictionSounion Kralı, Zeus'un oğlu Jeon Jungkook belki de onu istemeyen tek kişiye izdivaç teklifi ile gider. Park Jimin ise Jeon ile evlenmemek için Tanrıça Demeter'e yalvarmaktan başka bir çare bulamaz.