Bu iki asilzadeyle yalnız ve savunmasızdım, kimse de yoktu. Endişe çığlıkları gün yüzüne çıkmış beynimin içinde baş ağrısı yapıyorlardı.
"Sor, ne soracaksın bana?"
Şaşırmıştım bu tavır karşısında. Karşımdaki adam şimdi daha rahattı. Sesi hala otoriter olsa da az önceki kasıntı duruşu serbestleşmişti. Önce anlamadım ne dediğini, kafamın içi allak bullaktı. Sonra ne soracağımı hatırlamaya çalıştım. "Tarihi merak ediyorum, hangi yıldayız?"
Genç adamın suratı şaşırdı. Esmer olana baktı anlam veremez bir ifade ile. "895 yılındayız günlerden Cuma" durdu beni tartı. Yüz ifademden olacak devam etti konuşmaya "Ama sen yabancısın bu takvime değil mi? Anlamaz gözlerle bakıyorsun, ecnebi takvimine göre 1490 yılı olması lazım."
"895 mi, 1490 mı?" Şaşkınlığım hala bir oyunun içinde olmak için yalvarıyor aklımın sınırlarını zorluyordu. "Ama nasıl olur, çok.. çok saçma. Bakın size tuhaf gelecek ve muhtemelen bana deli diyeceksiniz ama bana inanmanız ve yardım etmeniz lazım."
"Hangi konuda yardım etmemiz lazımmış?" Esmer olan genç adam ilk kez konuşmuştu. Meraklı bir sesle ayağa kalkıp pencerenin oraya doğru yürüdü.
"Anlatacağım size durumumu, kanıtlarım da var. Anladığım kadarıyla bir zaman yolculuğu yapmışım, nasıl oldu inanın bilmiyorum. Beni buldukları yerde uyuyakalmıştım yalnızca. Sonra burada uyandım. Anladığım kadarıyla Osmanlı'nın 15. Yüz yılındayız. Siz de Osmanlı hanedan üyesi olmalısınız, adınızı tarih sayfalarında görmemiştim." Esmer olanın adını hatırlayamıyordum gerçi ama tahmin ve beyin fırtınası beni ele geçirmişti.
"Ben 21.yy'da yaşıyorum, bu gece 2020 yılına girdik. Sizin de söylediğiniz gibi sizin takvimi değil Miladi takvimi kullanıyoruz." Panik içinde beynim tüm bilgilerimi ortaya çıkarıyor olmalıydı. Annemin tarih öğretmeni olmasının avantajını burada göreceğim hiç aklıma gelmezdi. Takvimi ve dönemi annemin anlattıkları ile kitaplardan okuduklarımı birleştirip hızla çözmüştüm. Şu halime rağmen aklımın çalışmasına şaşırdım. "Osmanlı tarihini biraz biliyorum. Cem Sultan'dan bahsettiniz, Fatih Sultan Mehmet.." Osmanlı padişahlarının dönemlerini hatırlamaya çalıştım. " ah hayır Beyazıt döneminde olmalıyız."
Şaşkın ve garipseyen surat ifadelerinde dalga geçip geçmediğimi, deli olup olmadığımı tartan değişken ifadeler gördüm. "Gelecekten öylece buraya geldiğini söylüyorsun, uyuyakaldın ve zaman yolculuğu sebebiyle arşiv odasındaydın yani?" Durdu, eliyle sakalsız çenesini kaşıdı. "Bana daha çok orada olma sebebinin açıklamasını bu deli saçmalarıyla kapatmak istiyorsun gibi geliyor. Sence de öyle değil mi, Piyale?" Piyale mi, komik bir isimdi, annesi babası ne diye çocuğa bu kötülüğü etmişti ki, güldüm içimden oldukça yersiz ve zamansız olsa da.
"Öyle Şehzadem, ayrıca Şehzade Cem amcanızdan Cem Sultan olarak bahsetti. Şüpheleriniz yersiz değil mutlaka." Bunları söylerken bize doğru yürümüş Şehzadesinin yanında ayakta durmuştu. Şimdi ikisi de önümde duruyor ve gerçek bir sorgudan geçiriyorlardı beni.
Haklıydı Piyale, neden Cem Sultan diyorduk ki, hiçbir fikrim yoktu, derslerde kitaplarda böyle bahsediliyordu. Oysa padişah değildi o zaman neden sultan diyorduk, cevabı bende yoktu.
"Cem Sultan?" Kaşlarını kaldırmış bu yakışıklı sert yüz cevap bekliyordu.
"Bilmiyorum, kitaplarda böyle yazıyordu, daha önce neden sultan denildiğini düşünmemiştim." Anneme bunu sormak istedim ama imkânsızdı.
"Gelecekten gelen birine göre pek bir bilgisizsin." Haklıydı Şehzade.
"İnsan her şeyi bilemiyor ne yazık ki. Siz de bir hayal edin beş asır geçmişe gitseniz, onlarla alakalı ne kadar bilginiz var, bir düşünün."
"Tuhaf giyimi ve telaşlı haline rağmen hazırcevap ve kendinden emin duruşu nedeniyle deli olduğuna inanmıyorum Piyale, ya sen?"
"Evet, Şehzadem bir oyun var ama işin içinde, bu kadın boşuna burada değil, hem de böyle bir zamanda." Piyale üzerime oynuyordu sürekli, ne yaptım sana ben?
"Kanıtlar?" Şehzade tek kaşını kaldırmış bana bakıyordu.
"Anlamadım." Tek kelime edip sonra da cevap bekliyordu, aklını mı okuyacağız Şehzadesin diye. Tabi bunları dışımdan söylemek gibi bir salaklık yapmadım. Hala delirmemişim, iyi haber.
"Konuşmanın başında anlattıklarını kanıtlayabileceğini söyledin." Piyale sahiden de Şehzadesinin aklını okuyordu demek ki.
"Ah evet," dedim ve elimi cebime atıp hala bende olduğu için şanlı hissettiğim telefonumu çıkardım. Şarjı vardı neyse ki. Bu dönemde bunu bir daha şarj edemeyeceğimden emindim. Topraktan elektrik üretebilir miydim acaba? Bu saçma fikirleri kafamdan atıp şaşkın ve afallamış seyircilerime döndüm.
"İşte gelecekten geldiğime dair kanıtım. Bu bir telefon, benim dönemimde yaygın kullanılan bir cihaz." Umutla yüzlerine baktım.
Merakla karışık anlaşılmaz bir haldeydiler, öte yandan gerilmişlerdi de. Telefonda şebeke olmadığı için arama ya da internet kullanımı gibi şeyleri yapmam mümkün değildi. Galerimi açtım. Beyazıt meydanında, üniversitede ve diğer tarihi yerlerde çekilmiş fotoğraflarımı buldum. Birkaç fotoğrafta kalabalık insanlar vardı. Ellerinde telefonlar hayatlarına devam eden insanlar, birkaç fotoğrafta arabalar görünüyordu. Beyazıt meydanda çekilmiş bir fotoğrafı seçerek Şehzadenin yanına oturdum. Sonradan bu hareketimin onlar için oldukça abes olduğunu idrak edecektim. Fotoğrafı gösterince Şehzade otomatik bir hareketle telefonu elimden aldı. Piyale de eğilmişti, merakla inceliyordu.
Şehzade telefonu evirdi, çevirdi, dikkatle inceledi. Sonra fotoğrafa baktı. İnsanları daha net görsünler diye düşünmeden ekranı yakınlaştırdım. Şehzade başını geri çekti. Piyale'nin ise dudaklarından "bu nasıl bir büyü böyle!" diye bir şaşkınlık nidası çıktı.
"Bu insanlığın gelişimi, size gösterdiğim şey gelecek. Benim geldiğim yer, işte bu fotoğraflardaki yerler." Ekranı yana kaydırınca yılbaşında arkadaşlarımla çekildiğim kampüsteki fotoğraf açıldı. "İşte burada, uyanmadan önce oradaydım, onlarla eğleniyorduk. Sonra arkadaşlarımla ders çalışmak için sizin arşiv odası dediğiniz binaya girdik. Uyuyakalmamın ardından burada buldum kendimi."
"Bu akıl dışı bir şey." Piyale şaşkınlıktan sayıklıyor gibi konuşuyordu. "Belli ki bize büyü yapıyorsun, başka nasıl bir açıklama seni anlaşılır kılar ki?" Suçlayıcı bir ifadeyle bana bakıyordu.
Şehzade sessizdi. Tek kelime etmemişti. Telefonla birlikte ayağa kalktı. Masanın arkasına geçti. "Piyale askerleri çağır." Kati ve duygusuz sesi açık vermiyordu.
"Bir şey söylemeyecek misiniz?" Bana inanacağına o kadar emindim ki tavrı cesaretimi param parça etmişti. Askerleri niye çağırdı, astıracak mıydı beni? Eh tabi ki astıracaktı, nerede olduğumun farkında mıydım, böyle bir teknoloji göstermek akıllıca mıydı Sare? Biraz mantık kızım ya. Neden ve nasıl burada olduğumu anlayamadan bambaşka bir dönemde ölecektim.
...

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMANIN ÖTESİNDE
Ficción históricaZamanın üç boyutlu olduğu ve tek bir mekanda üç farklı zamanın yaşandığı bilimsel olarak ispatlandı. Yani şu an oturduğunuz yerde, üç farklı kişi sizinle aynı anda oturuyor olabilir. Peki bu boyutlar arasında mümkün olmayacak şekilde bir kırılma yaş...