Uyumadan önce orada olmadıklarını biliyordum, emindim çünkü is kokusu şimdi her yerdeydi, oysa neredeyse her gün geldiğim kütüphanede is kokusu ya da herhangi bir duman olamazdı, yangın alarmları devreye girerdi.
Rüya mı görüyordum acaba, zihnim oyun oynuyor olmalıydı ama bu kadar gerçekçi rüya hiç görmemiştim hayatımda.
Meşalelerin yokluğundan emin olduğum kadar arkadaşlarımın da varlığından emindim. Beni bırakıp gitmiş olamazlardı, en azından Semih ve Burçak kesinlikle öylece çıkıp gitmezlerdi. Her masada olan kişisel çekmeceyi açıp çantamı ve laptopu yerleştirdim. O sırada çeviri yapacağım eski kitabın yokluğu dikkatimi çekti. Sandalyeye astığım kabanım da yerinde yoktu. Telefonumu elime alıp ayağa kalktım.
Büyük kapıya doğru yürürken etrafın boşluğu beni inanılmaz huzursuz etti. Etraf tuhaf görünüyordu. Kimse yoktu. Bir şey mi olmuştu, beni bırakıp çıkmak zorunda mı kalmışlardı. Hiçbir anlamlı sonuca varamıyordum. Her şey mantık dışı ve anlamsız geliyordu. Kafam karışmıştı.
Vücudumdaki her kas gerilmişti. Hemen çıkmalıydım buradan. Müthiş huzursuzdum. Etrafta kimse yoktu, devasa camlardan dolunayın parlayan ışığını gördüm. Hala geceydi ve burada yapayalnızdım. Kampüsten de ses gelmiyordu.
Hızlı adımlarla çıkışa doğru yürüdüm ancak dışarıdan gelen sesler durdurdu beni. Yüksek sesle konuşan kalabalık bir grubun gür ve kaba sesleri yankılanıyordu.
Bu sesler zaten gergin ruh halime çok da iyi gelmemişti. Kısa bir an dinledikten sonra bir grup kaba öğrencinin hatta bizimkilerin olabileceği geldi aklıma. Bu düşünceyle telefonu cebime atıp devasa kapıyı açmak için ellerimi uzattım. Ancak ben kapıyı açamadan kapılar üzerime doğru açıldı.
Devasa altı adam tarihi giysilerle karşımda kaşlarını çatmış bana bakıyorlardı. Osmanlı tarzı yeniçeri giysileri vardı üzerlerinde ancak kitaplarda gördüğümüzden daha az komik ve renksizdi bunlar.
Giysileri ve bedenlerine göre tezat olacak şekilde yüzlerine bakınca yaşlarının benden çok da büyük olmadığını düşündüm. Az önce çıkardıkları kaba saba sesleri kesilmiş ancak seslerinden daha fazla rahatsız eden bakışlarının odak noktası olmuştum.
Bir grup tiyatro öğrencisi olmalıydı bunlar ya da bir etkinlik için kostüm giymiş insanlar, her ne iseler bu şekilde bakmaları çok yersiz ve saçmaydı. Uyuduğum için makyajımın akmış olabileceğini düşündüm. Bu yüzden bu şekilde suratıma bakıyor olmalıydılar ama yine de kimse kimseye bu kadar bakamazdı. 21. Yy kuralı budur, kimseye gerçek anlamda bakmaz ve incelemezdiniz.
Bu saatte kütüphanede birini görmek aslında oldukça olasıydı. Kütüphanede sabahlamak kadar doğal ne vardı ki. Bu gece kesinlikle olağandışı şeyler yaşanıyordu. Güvenlik olması gereken yerde değildi, kütüphane boştu. Kesinlikle bir şey vardı ama buradan gitmekten daha önemli değildi.
Şaşkınlığımı üzerimden atmaya çalıştım ve kapıdan çıkmak üzere çabuk adımlar attım. Ancak ikinci adımımı atamadan kostümlülerden biri kolumu sıkıca kavradı ve geriye sendelememe sebep oldu.
Acıyla karışık sinirli bir çığlık çıktı dudaklarımdan. "Ne yapıyorsun, bırak kolumu!" diye bağırdım.
"Sen kaçak kadın! Şu haline bakmadan benimle konuşmaya nasıl cüret edersin!" dedi. Kaşları çatılmış suratı hiçbir yüzde görmediğim kadar sert bir ifadeye bürünmüştü.
Korkularım çığlık atarak içimde yükseldi. Suratımda da o korku açıkça görünüyor olmalıydı. Diğerleri kolumu tutan kadar sert durmuyor, beni dalgaya alıyorlardı. İçlerinden biri bu alaylı tavrı sözleriyle de ifade etti. "Pertev, yakma canını kadının, birinin gece nöbeti hediyesidir bize belki de" derken niyetini belli eden çirkin bir kahkaha attı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMANIN ÖTESİNDE
Narrativa StoricaZamanın üç boyutlu olduğu ve tek bir mekanda üç farklı zamanın yaşandığı bilimsel olarak ispatlandı. Yani şu an oturduğunuz yerde, üç farklı kişi sizinle aynı anda oturuyor olabilir. Peki bu boyutlar arasında mümkün olmayacak şekilde bir kırılma yaş...