Uzun zaman sonra ilk kez bugün erken uyandım. Aslında erken uyanmak zorundaydım demek daha doğru olur. Geçen gün iş başvurusunda bulunduğum hamburger restoranı bana olumlu dönüş yapmıştı. Bir gün sonra kontrat imzalamak için Anvers'e gittim ve bugün işe başlıyorum. Koskoca Brüksel iş konusunda bana şans vermemişti. Giyinip bir dilim çikolatalı ekmek yiyip ve bir bardak süt içtikten sonra evden çıktım. Neyse ki yetişmem gereken trene vaktinde bindim. On beş dakika sonra tekrar uykuya dalmıştım bile. Erken uyumama rağmen üzerimden bir şeylerin yorgunluğunu atamamıştım. Anvers merkeze varınca istasyondan çıkıp restorana varmak 10 dakikamı almıştı. Giriş kapısını kimse açmayınca bir de orada beş dakika beklemek zorunda kaldım. Menajerlerden biri beni fark edince kapıyı açmaya geldi.
"Merhaba."
"Sana 09:45'te iş başlıyor dedik, 09:50'de kapının önüne gel demedik.", diye söylenirken saatine bakıp, "Şimdi bir 10 dakika da üzerini değiştirmekle oyalanırsın. Çabuk ol."
O söylenirken ben sakince içeri giriyordum. "Bana bu detaylar belirtilmemişti." diye cevap verdim ama bu cevabım havada buharlaşıp yok olmuştu. Kendisi hızlı adımlarla yerine döndü ve beni bir kapıya yönlendirdi. Arkamdan gelmediğini farkedince dönüp geri yanına gittim. "Ben ilk kez geliyorum. Nereye gitmem gerektiğini ve ne yapmam gerektiğini bilmiyorum." dedim. Oflayarak kalktı ve hızlı adımlarla önüme geçti. Ağır bir kapıyı kısa boylu incecik vücudu ile kendine doğru açtı ve merdivenlerden aşağıya indi. Arkasından kapanan kapıyı hızlıca tutmaya çalışırken neredeyse elim sıkışıyordu. Midem menajerin bütün gerginliğini fazlasıyla hissediyordu. Merdivenlerden inip kendisini takip edince temiz çamaşır kokan odalardan birinde ortada duran sepetten kıyafet aramaya başladı. "Kaç beden giyiyorsun?" diye sordu. "Small veya 38." derken hızlıca bir tişört ve bir pantalon çıkardı. Kurutma makinesinden çıktıkları belli olan bu sıcacık kıyafetleri elime verirken giyinme odasını gösterdi ve "Beş dakika içinde yukarıda ol." diyerek merdivenlerden çıktı. Üzerinde restoranın logosu bulunan kıyafetleri giydikten sonra ne pantolonda ne de tişörtte cep bulunmadığını farkettim. Ceplerin yerleri duruyordu ama dikişle bütün cepler kapatılmıştı. Hemen giyindim ve merdivenlerden çıktım. Beni görünce bana şeffaf bir saç maskesi verdi. Daha sonra parmak izimi alan bir makinede başladığım saati kaydettik. Mutfağa girdikten sonra makinelerin nasıl çalıştığını ve hamburgerlerin tarifini anlatmaya başladı. İlk iki gün kolay hamburgerleri yapmayla başlayacaktım. İlk müşteriler gelmeye başladığı sırada en kolay hamburgerleri en hızlı şekilde yapmayı öğrenmiştim bile. En fazla iki dakikada dokuz hamburgeri tek seferde yapabiliyordum. Bir tepsiye tam dokuz hamburger ekmeğinin alt kısmını dizip tost makinesine benzeyen bir makineye yerleştiriyordum. Daha sonra et pişirme makinesinin yanında bulunan kocaman ve soğuk çuvalın içinden donuk hamburger köftelerini çıkarıyordum. Bu çuvalın içinde en az 200 tane hamburger köftesi olmalı. Et pişirme makinesinin üzerine dokuz tane burger yerleştirdikten sonra bir düğmeye bastım ve kapağı kapandı. O sırada burger ekmeklerinin alt kısmı kızarmıştı. Onları çıkarıp malzemeleri üzerlerine yerleştirip, metal tepsiyi et pişirme makinesinin ön tarafına sıkıştırmıştım. Etler pişince makinenin kapağı kendiliğinden açılıyordu ve ben de o esnada yağları akan bu etlerin üzerine karabiber ve tuz döküyordum. Daha sonra köfteleri tek tek ekmeklerin üzerlerine yerleştirip ekmeğin üst kısmı ile kapattıktan sonra kutucuklara yerleştirip satıcı tarafına bir metal rafdan kaymalarını sağlıyordum. Saate baktığımda anca 2 dakika geçmişti ama bitirir bitirmez "Hadi, bir tepsi daha yapman lazım!" diye söylendi menajer. Gerginliğimi fark eden ve daha sonra katılan diğer çalışanlar arada tanışma amaçlı sorulan "Kimsin? Nerdensin? Öğrenci misin?..." tarzında sorular sorup ortamı bir nebze olsun sıcak bir hale çevirmeye çalışıyorlardı. Bize göre biraz daha yaşlı ama oldukça samimi olan diğer menajer bana "Gel, sana diğer hamburgerleri öğreteyim." dedi ve daha profesyonel olan diğer aşçıya dönerek "Sen şu hamburgerlerle ilgilen lütfen." dedi.Öğlen molası gelip son hamburgerleri yapınca sabah işe başladığım zaman yaptığım hamburgerleri saymaya çalıştığımı hatırladım ama son yaptığım burgeri de raftan kaydırdıktan sonra artık saymayı çoktan bıraktığımı farkettim. Boynuma asılı olan önlüğü çözüp çıkardım ve saçımdaki maskeyi de attıktan sonra yaşlı olan menajer "Her gün bir bedava öğün alma hakkın var. Haberin olsun." diyerek elime bir kart uzattı. "Buraya ismini ve günü yaz sonra da kasa çalışanına ver." dedi. Sıcak bir gülümsemeyle "Afiyet olsun." dedi. Çok acıkmıştım. Aşağıya inip üzerimi değiştirip ve dışarıdan başka bir şeyler almaya halim yoktu. Günlük bedava öğün hakkımı kullanmaya karar verdim. Moladaki diğer çalışanlarla beraber oturup yemeğimizi yedik. Yemek yerken çalıştığım saatler içinde yaptıklarımı ve karşılığında saat başı alacağım parayı düşündüm. İki dakikada dokuz hamburger ve arada da temizlik yaptıysam, bu saat başı en az 200 hamburger ve bulaşık karşılığında €10-€11 demekti. Kendi kendime gülerek elimdeki balıkburgerimden kocaman bir ısırık aldım ve küçük bir patates kızartmasını bolca mayoneze bandırarak içeceğimden yudumluyordum. Bir an köfte çuvalı geldi aklıma. Belki de çuval boşalmıştır ben de yeni bir çuval getirmişimdir ama ben onu bile hatırlamıyorum. İlk yarım saatten sonra adeta programlanmış gibi çalışıyordum. Sadece ben bir çuval bitirmiş olsam, diğer çalışanlar da et, balık ve tavuk pişiriyorlardı. Bu sadece Anvers merkezde bulunan bir hamburger restoranıydı. Başımı tepsimden kaldırıp camdan dışarıya baktım ve karşıda pizza ve et satan bir restoran vardı. Az uzakta da başka bir hamburger restoranı... Sadece bu üç restoranın günlük et tüketimini düşününce bir an midem bulandı ve bütün iştahım kesildi. İş arkadaşlarım yavaştan kalkıyorlardı. İşe geri dönme vakti geldiğini anlamıştım.
Saat neredeyse akşam 9'a geliyordu ve işimin bitmesine son on dakika kalmıştı. Önceleri arada bir baş ağrım olurdu ama bu sene migrene benzer ağrılarım başlamıştı. Aynı şekilde bugün de son saat migrenim tutmuştu. Et pişirdiğim makinelerin başında sıcak buhar yüzüme vuruyordu. Arkamı dönüp ekmeği doldururken de duvarın sol köşesinde duran klima yüzümün diğer tarafına vuruyordu. Sanırım bu tetiklemişti migrenimi. Bir de üstüne bütün gün pişirdiğim et sayısının yanında ellerimle dokunmak zorunda olduğum domuz eti pastırması mide bulantımı şiddetlendiriyordu. Sürekli ayakta durmuştum ve artık kendimi taşıyamaz hale gelmiştim. "Arkadaşlar, saat 9'a kadar çalışanlar ayrılabilir. İyi akşamlar hepinize." diye seslendi menajer. Köşedeki lavaboya ellerimi yıkamaya gittim. Elime sinen kokuların gitmesi için en az beş defa sabunlamıştım ellerimi. Akan sıcak su bir an çok rahatlatıyordu. Biraz fazla akıttığımı farkedince suyu kapattım. Mutfaktan çıkıp merdivenlerden aşağı indim ve bodrum yukarısı gibi kokmadığı için üzerime sinen keskin yağ kokusunu derinden hissettim. Hızlıca kıyafetlerimi giydim ve parfüm sıktım. Koşar adımlarla restorandan çıktım. Karanlığın içinde parlayan sokak lambaları şehri süslemişti. Yanımdan ve karşımdan kalın kıyafetli ve boyunlarına sarılmış kocaman şallı insanlar geçiyorlardı. Kimisinin elinde sıcak kahve, kimisinin elinde bir sigara, kimisinin elinde de sıcak bira. Brüksel olsaydı, köşede birileri közlenmiş kestane satardı. Saate baktım ve birkaç dakikaya trenim vardı. Hemen telefonumu bez çantama attım, omzuma takıp sıkıca tuttum ve koşmaya başladım. Yüzüme vuran rüzgardan kısa saçlarım boynuma sardığım şaldan çıkıyorlardı ve onlar da sanki benimle birlikte zıplayarak koşuyorlardı. Trene yetişince bir yer bulup oturdum ve soluklandım. Dışarısı karanlık olduğu için camda tıpkı bir aynada gibi kendimi net bir şekilde görebiliyordum. Yanaklarım kızarmış, saç maskesinin çizgisi alnımda bir iz, saç lastiğim de saçlarımda bir iz bırakmıştı. Kendi kendime gülmeye başladım ve "Bunu düzeltmekle hiç uğraşamam." diye mırıldanarak şalımı yüzüme örtüp gözlerimi kapattım. Sonra unuttuğumu farkedip cüzdanımdan tren biletimi çıkarıp önümde bulunan küçük masanın üzerine bıraktım. Trene yetişen diğer yolcuların konuşmalarını duyuyordum. Başımı bulunduğum koltuğa yasladım ve gözlerimi kapattım. Kalp atışlarımın yavaşladığını hissediyordum. Yüzüme tekrar örttüğüm şalın altında aldığım nefes boynumu ısıtıyordu ve ben yavaştan uykuya dalıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hayalimin peşinden gitmek
Non-Fiction- #2 belçika [14/05/2022] - #1 düşünce [15/03/2023 - 23/03/2023] - #1 nostaljik [29/01/2024]